Marksizmin Türkiye’de Kurucu İsmi Olarak Hikmet
Kıvılcımlı[1]
PDF için tıklayınız...Hikmet
Kıvılcımlı, Türkiye toplumunun yirminci yüzyılda yetiştirdiği nadir evrensel
entelektüel kişiliklerden birisidir. Hem doğa bilimlerinin ve toplum
bilimlerinin tarihini ve çağdaş sorularını araştıran, hem de bilimlerde ve felsefede
cereyan eden akımları yakından takip eden bir filozof ve bilimcidir. Siyasetin
anlamını, tarihini ve kuramını tarihsel-toplumsal sorunlar bağlamında irdeleyen
bir siyaset bilimcisi ve kuramcısıdır. Nihayetinde ezilenlerin meselesini kendi
meselesi bildiği için, insanlığın kurtuluş davasını kendi davası yaptığı için dünyayı
değiştirme diye bir “derdi” vardır. Bu nedenle Kıvılcımlı, bir devrimcidir aynı
zamanda. Bu çok yönlü eserin sahibi olan Hikmet Kıvılcımlı, bugüne kadar derinliği
anlaşılmamış bir insanlık davası militanıdır. Günlük siyasi kavgalara kurban gittiği için kıymeti pek bilinememiş
her bakımdan zengin entelektüel bir kişiliktir tarihimizde.
Her toplumda her yeni tarihsel dönemin gerektirdiği
bilimlerin ve felsefenin kurucu isimleri vardır. Örneğin modern bilim ve
felsefesinin kurucu ismi René Descartes ve Francis Bacon olduğu gibi. Kıvılcımlı
Türkiye’de Marksizm’in öncelikli kurucu ismidir kanımca. Plehanov ve Lenin Sovyet
Marksizmi için, Antonio Gramsci İtalyan Marksizmi için ne ise, Hikmet
Kıvılcımlı da Türkiye Marksizmi için odur denebilir.
Hikmet Kıvılcımlı Neden Marksisttir?
Kıvılcımlı’nın
neden Marksist olduğu sorusuna doyurucu bir yanıt verebilmek için Marksizmin
nasıl bir kuram olduğu sorusuna beraber yanıt aramak gerekmektedir. Marksizm
kendisini, insanlığın her türlü (kültürel, entelektüel, sanatsal, bilimsel vs.)
mirasını sahiplenen modern işçi sınıfının hareketi olarak kavrar. Marksizm, bu
büyük mirası temel alarak kuramlaştırdığı komünizmi, aynı zamanda
gerçekleştirmek istediği pratik bir hareket olarak kavrar. Marksizm, komünizmin
gerçekleşmesini, insanlığın tarih öncesi döneminden çıkıp, bilinçli ve
özbilinçli, doğal ve toplumsal koşullarına hâkim, yani özgür olduğu tarihsel
evreye geçiş olarak kavrar. Kapitalizm insanlığın kurtuluşu yolunda aşılması
gereken son sınıflı toplumdur.
Kıvılcımlı’nın
eserlerinde sürekli olarak işlenen bir konu vardır. İnsanlık, tarihini hangi
koşullarda bilinçli, egemen ve özgürce yazmaya ve yapmaya başlayabilir? Örneğin
Bilimsel Sosyalizm’in Doğuşu gibi temel
kuramsal yapıtlarının başlıca konusu budur. Kabaca belirtecek olursak,
Kıvılcımlı, insanlık tarihini üç aşamaya ayırıyor: medeniyet ya da uygarlık
öncesi çağ, sınıflı toplumların oluşmasıyla başlayan uygarlık çağı ve modern
sosyalizm çağı. Uygarlık öncesi çağda sosyalizm vardı, fakat bilim yoktu. “Bilim, yazılı biçimde biriktirilmiş bilgi
hazinesi idi. Yazı, ancak varlıkların birikimi hazineleştikçe, onları kayıt etmek zoru ile
icat edildi (5).” Böylelikle bilim ancak uygarlığın bir eseri olabilirdi. Aklın
bir yeti olarak oluşması, mitosçu düşüncenin bir yadsıması olarak ortaya çıkan
bilimler sayesinde olmuştur. Fakat buna karşın uygarlık, sosyalizmin yok olması,
yani ilkel komünal hayatın son bulması ve sınıflı toplumların başlaması anlamına
gelmektedir. Kıvılcımlı’ya göre ‘Bilimsel Sosyalizm’ kaybolan sosyalizm ile
kurulan bilimin ve aklın sosyalist toplum çerçevesinde bir sentezidir. O halde
sosyalizm, bütün insanlık tarihini insanlığın kurtuluşunu hedefleyen özgürlükçü
ve dayanışmacı açıdan sentezleyecek yepyeni bir çağdır.
Bu çağ, insanlık tarihinde tarihini bilinçli ve özgürce yazdığı yepyeni
bir evre olacaktır. Kıvılcımlı bu bağlamda ‘tarihcil devrimler’ ile ‘sosyal
devrimler’ arasında ayrım yaparlar. İlk devrim türlerine kapitalizm öncesi
çağlarda rastlanmaktadır. Bu devrimlerin olduğu yerlerde sınıflar değil
uygarlıklar bir bütün olarak kaybolmaktadır. Modern devrimler, kapitalist
toplumun ortaya çıkmasıyla görülmeye başlar ve uygarlıkların değil ama sınıfların
yok olmasını beraberlerinde getirir. Tarihcil devrimler çağında “uygarlığın ne
doğuşu, ne ölüşü hiç bir insan (kişi veya sınıf) düşüncesi, dileğiyle olmuyordu. İnsanlar, zaman
geliyor dünyayı titreten Cihangir, Herkül'lerden daha kahraman, kimi yarım,
kimi tüm Allah kesiliyorlardı. Ama içinde yaşadıkları toplumun gidişini
diledikleri yöne çeviremiyorlardı (6).” Kısacası bu çağda tabiri caizse bir
“kör döğüşü” hâkimdir. Modern devrimler çağı ile birlikte bir sınıfın toplumu
kendi çıkar ve istekleri doğrultusunda değiştirebildiği görülmüştür. Bu,
tektanrıcı dinlerin ortaya çıkmasıyla onların yadsıması sonucu oluşmaya
başlayan akla dayalı bilimlerle birlikte insanın giderek kadercilikten
kurtulmaya başlamasına işaret etmektedir. Böylelikle insan kendi kaderini
kendisinin yazabileceğini bizzat kendi pratiğiyle öğrenmeye başlar. Fakat
burjuvazi iktidara gelince kendi geleceğinin korkusuna düştüğü için hem
bilimlerin hem de aklın kuruluşuna yapmış olduğu tarihsel katkıyı, yani bizzat
kendisinin yaratmış olduğu özgürlükçü ve eşitlikçi mirası yine bizzat kendisi yıkmaya
başlar. Bu, burjuvazinin insanlığı kendi hâkimiyeti altına yeniden kaderciliğe
mahkûm etme çabasıyla eş anlama gelir.
Kıvılcımlı için Marksizmi çekici kılan, onun
insanlığa tarihini bilinçli yapabilmesi için gerekli kuramsal aracı ve pratik
perspektifi sunmuş olmasıdır. Marksizm bunu bir taraftan felsefi düzeyde madde
ve düşünce ilişkisini, düşünceyi maddeden türeterek doğru kurmayı, altyapı ve
üstyapı modeliyle toplumu bütünlüklü olarak bir kuram çerçevesinde ortaya
koymayı başarmış olmasıyla ve diğer taraftan bu bütünlüklü bilimsel dünya
görüşünün toplumsal taşıyıcısının ancak işçi sınıfı olduğunu kanıtlamakla insanlığa
tarihini bilinçli bir şekilde insanca nasıl yapabileceğini göstermekle
yapmıştır. Kıvılcımlı’nın yukarıda andığım eserinin yanında örneğin Diyalektik Materyalizm Nedir, Ne Değildir?
adlı eseri bu düşünce ve kanaatin temellendirilmesine adanmıştır. Bu nedenle
kapitalist çağın eleştirel bir ürünü olarak ortaya çıkmış olan Marksizm, çağımızın
eleştirel duruşu ve geleceğin felsefesi, bilimi ve toplum kuramıdır. Kıvılcımlı’yı
Marksist olmaya iten bu kanaatidir.
Hikmet Kıvılcımlı Nasıl Bir Marksisttir?
Hikmet
Kıvılcımlı Marksizmi canlı bir tarihsel toplumsal değişim hareketinin öğretisi
olarak kavrar. Bu nedenle Marksizm onun için kurucu aşamasından ibaret bir
öğreti olamaz. Tam tersine Marksizm sürekli gelişen, duruma ve koşullara göre
de değişen, her topluma uyarlanışında da somutlaşan bir kuramdır. Bu nedenle kıvılcımlı
açısından “Batı Marksizmi” ve “Doğu Marksizmi” türünden bir ayrım saçmadır.
Marksizm, Marx ve Engels tarafından kurulmuştur ve uyarlandığı her toplumda
yeni bir biçim alarak gelişmiştir. Örneğin Lenin, Stalin ve Mao bu gelişmeye
katkıda bulunmuş önder kişiliklerdir. Marksist bir kuramcı olarak Kıvılcımlı,
öncelikli görevini bu uluslararası deneyimlerden de yararlanarak Marksist
kuramı Türkiye toplumuna ve tarihine uyarlamakta görmektedir. Bu bakımdan
Kıvılcımlı’yı kelimenin olumlu anlamında ‘klasik’ ya da ‘ortodoks’ Marksist
olarak tanımlamak mümkündür- ki Marksizm içi yarılmada Lenin ve Luxemburg gibi
‘ortodokslar’, Marksizmi, iç bütünlüğü olan, gelişiminin ve değişiminin ancak
bu iç bütünlüğü koruduğu oranda mümkün olabileceğinden hareket ederler.
Hikmet Kıvılcımlı Marksizmi Türkiye’ye
Nasıl Uyarlıyor?
Kıvılcımlı
Marksizm’i Türkiye’ye uyarlarken birkaç şeyi birden yapmaya yöneldiğini
görüyoruz. Diğer büyük kuruluş girişimlerinde de olduğu gibi Kıvılcımlı, Marksizmi
kaynaklarıyla kavramaya ve ortaya koymaya çalışmaktadır. Bu bağlamda özellikle
Hegelci felsefeyle hesaplaşmaktadır. Yazmayı vaat ettiği Hegel kitabı
muhtemelen kaleme bile alınamamıştır. Fakat Kıvılcımlı’nın Türkiye’de Marksist
felsefeyi kurmaya çalışırken öncelikle Hegelci felsefenin eleştirisine
yönelmesi son derece anlamlıdır. Plehanov, Lenin, Rosa Luxemburg ve Gramsci
gibi büyük kuramcıların hepsi işe hep bu şekilde başlamıştır ve bu kesinlikle
bir rastlantı değildir. Eğer felsefe, Lenin’in deyimiyle Marksizmin ruhu ise
işe elbette büyük felsefi sorunların çözümüyle başlamak gerekir. Burada çıkış
noktası elbette ne yazık ki Marksist hareket içinde de ihmal edilen Hegelci
felsefedir. Bu bakımdan Kıvılcımlı’nın örneğin Lenin’in ya da Gramsci’nin
yaptığı gibi Marksizmi Hegel-Marx çizgisinde geliştirmeye çalıştığını ileri
sürmek pekâlâ mümkündür. Kısacası Kıvılcımlı Marksizmi kaynaklarıyla ve
gelişimi içinde kavramaya ve bunu kuramsal olarak hazmetmeye çalışmaktır. Onun açıkça
belirttiği gibi Lenin’den öğrendiği şeylerden birisi budur.
İkinci
olarak Kıvılcımlı çağının felsefi kuramlarını ve bilimsel gelişmelerini
derinlemesine çözümlemektir. Zira Marksizmi kendi çağında yeniden kurmanın
önkoşulu budur. Bu bağlamda örneğin Bergsonizm
adlı çalışmasında 20. yüzyıla damgasını vurmuş felsefi kuramlardan birisi olan
Bergsonculuk ile hesaplaştığını görüyoruz. (Lenin’in de Marksist felsefeyi
kurmaya yöneldiğinde ilk yaptığı şeylerden birisi, döneminin hâkim felsefe
anlayışıyla hesaplaşmaktır.) Diğer taraftan Einstein’ın Rölativite kuramını,
Marksist zaman ve mekân teorisine yedirmeye çalışır Kıvılcımlı.
Üçüncü
olarak; saymış olduğum ilk ikisini, Marksizmi geliştirmek isteyen herkesin
yapması gerekmektedir. Fakat Marksizm’in her kültürel-toplumsal bağlamda yenide
kurulabilmesi için söz konusu toplumun entelektüel ve kültürel geleneğiyle
Marksizm’in ilişkilendirilmesi, söz konusu gelenek içinde Marksizm’e kaynaklık
edebilecek damarların açığa çıkarılması ve Marksizm’in özüne aykırı görüş ve
duruşların köklü bir eleştiriye tabi tutulması gerekmektedir. Kıvılcımlı bunu
bir taraftan toplumumuzun dini geleneğiyle hesaplaşarak yapar ve akılcı
felsefenin (özellikle Hegelci felsefenin) ve Darwinizmin, dolayısyla Marksizmin
kavramın geniş anlamında Türkiye toplumunun entelektüel ve kültürel geleneğine
aykırı olmadığını göstermeye çalışarak yapar. Örneğin Bilimsel Sosyalizmin Doğuşu adlı eserinde ifade ettiği üzere İbn’i
Haludun “nakli bilimler” ve “akli bilimler” ayrımı yaparak kurmuş olduğu bilim
kuramında “tarihin diyalektiğini kavramış, insanın maymundan geldiğine dek izini sezmiş, toplumun ekonomik temel ilişkilere göre geliştiğini ve hatta üst
yapıyı belirlendirdiğini duruca açıklamıştı. Bu görüşler, 500 yıl sonra
gelecek Darvinizm'leri, Hegelyanizm'leri,
Marksizm'leri İslam aklınca
buluşlardı (7, vurgular Kıvılcımlı’nın).”
Türkiye’de
Marksizmin kuruluşu, işe her şeyden önce ‘kaba Kemalizm’ ve ‘kaba İslamizm’ ile
hesaplaşarak başlamak zorundadır; çünkü ülkenin entelektüel ve kültürel
geleneğini bu iki damar belirlemektedir. Batı’ya öykünen ‘kaba Kemalizm’
bilimsel düşünme biçiminin Türkiye toplumunun kültürel ve entelektüel
geleneğine aykırılığından hareket eder. Aynı şeyi, ‘kaba Kemalizm’in tam
karşıtı bir amaç için bile olsa ‘kaba İslamizm’
ileri sürer. Dolayısıyla Kıvılcımlı, her
kurucu kişilik gibi ülkesinin entelektüel coğrafyasını belirleyen büyük
geleneklerle hesaplaşarak işe koyulur. Burada öncelikli amacı, Marksizmin
sanıldığın tersine Türkiye entelektüel ve kültürel geleneğine aykırı olmadığını
göstermektir. Yani burada mesele, Türkiye toplumunu bütün etnik, kültürel ve
farklı inanç sistemleri zenginliğiyle kavrayabilmektir. Marksizm bir bilimler
ve felsefe kuramı olarak Türkiye topraklarında ancak bu kültürler, etnik
gruplar, uluslar ve halklar, inançlar
sistemi ve inanmayanların zenginliğini yepyeni bir felsefi yönelim çerçevesinde
kapsayabildiği/sentezleyebildiği oranda kurulup yeşerebilir.
[1] Okuduğunuz kısa yazı, günlük ‘Sol’
gazetesinin 22 Haziran 2013 tarihli ‘Sol Bakış’ ekinde yayınlanmıştır. İnternet
ortamında yayınlamak için yazı üzerinde bazı daha çok biçimi ilgilendiren küçük
düzeltmeler yapılmıştır. Burada Hikmet Kıvılcımlı’nın eserlerinin ve
yazılarının, Köxüz Dijital Yayınları tarafından hazırlanan yayımları kullanılmıştır.
Kıvılcımlı'nın külliyatının dijital versiyonuna ulaşmama yardımcı olduğun için
Kemal Baş’a teşekkür ederim.