Doğan Göçmen [1]
PDF için tıklayınız...Marksizmin
çoğulcu yorumunu önerenler, önerilerini gerekçelendirirken, bugün artık
neredeyse dilden dile dolaşan, Engels’in Marx’tan aktardığı bir sözünü çıkış
noktası olarak seçiyorlar. Engels’in aktarmasına göre, Marx 1870’li yılların
sonunda “Fransızlar arasında yaygın olan bazı ‘Marksizm’” yorumunu ve buna
dayanan siyasal kümeleşmeyi kastederek “bildiğim bir şey varsa, o da Marksist
olmadığımdır” demiş.[2] (Engels, 1982a: 69; 1985:
388; 1986c: 436) Marksizmin çoğulcu yorumunu önerenler, Marx’ın bu sözlerinden,
onun aslında bir okul kurmak, bütünlüklü felsefi ve siyasi bir hareket
oluşturmak istemediğine dair yanlış bir sonuç çıkarıyorlar. Georges Labica,
Marx’ın bu sözüne atıfta bulunarak, “Marx, isminin kullanılmasından rahatsız
oluyordu” diyor ve “bugünkü dünyanın gerçekliğine” müdahale edebilmek için,
Marksizmi bütün zorluğuna karşın çalışarak elde etme ve benimseme yerine,
Marksizmden bir oranda uzaklaşmayı öneriyor. Bunun “kökene geri dönmek” ve
“kuramı yeniden gerekçelendirmek aracılığıyla” mümkün olamayacağını ileri
sürüyor. (Labica, 1990: 217, sütun 2) Labica, bundan yola çıkarak Marx’ı diğer
bilginlerden sadece birisi olarak görmenin, gerçek bir kazanım olacağını ileri
sürüyor. (Labica, 1990: 217, sütun 1) Böylece o, Marksist kuramı herhangi bir
kurama indirgemiş ve Marksist olmayı veya olmamayı kişisel bir tercih olarak
tanımlamış oluyor, tarihsel bir gereklilik olarak değil. Bu açıdan örneğin bir
Aristotelesçi, Kantçı, Nietzscheci, Heideggerci veya Keynesci olmak arasında
pek bir fark yoktur.
Kökene geri dönüş konusunda W.F. Haug da benzer bir duruş sergiliyor.
Haug’a göre de, “Marx’a geri dönüş yoktur”. (Haug, 1985b: 18) “Marksizm” ve
“Marksist” gibi kavramlar önce Wilhelm Weitling’in taraftarlarınca polemik
yapma, Marx’ın taraftarlarını jurnalleme amacıyla kullanılmıştır. (Haug, 1985c:
25) Bugün olumlu anlamda kullanılan “Marksist”, “Marksizm” gibi kavramların
üretimi konusundaki sorumluluk Kautsky’ye aittir. Kautsky çıkardığı “Neue Zeit”
dergisini işçi sınıfı içinde “Marksist” hegemonyayı sağlamak için kurmuştur.
(Haug, 1985c: 26) Haug, “Marx ve Engels kendilerini bu kavrama karşı
savundular. Ama Marx ve Engels’in yol arkadaşları seksenli yıllarda jurnalci
anlamlı ‘Marksizm’ kavramını şeref ünvanına dönüştürdüler.” dese de; daha
sonraki açıklamalarında bundan Engels’i de sorumlu tuttuğunu ima ediyor. (Haug,
1985c: 25/26) Haug’ta bu belirlemeden yola çıkarak Marksizmin çoğulcu yorumuna
ulaşıyor: “Marksizm yoktur, onu
almamız gerekir. Tek Marksizm yoktur,
Marksizmler vardır. Marksizm çok sayılı olarak vardır.” (Haug, 1985b: 20) Yani
Haug’a göre Marksizm ancak özü olmayan bir kuram olarak bir anlam ifade
edebilir.
Labica ve Haug’un, Engels tarafından aktarılan Marx’ın sözlerine dair
bağlamından koparılmış yanıltıcı genel bir yorumuyla ulaşmış oldukları sonuç
arasında dolaysız bir bağlantı var. Her ikisi de aynı noktada buluşuyor ve her
ikisi de Marksizmi diğer öğretiler gibi her hangi bir öğretiye indirgemeye
çalışıyor. İlk bakışta Labica bunu daha geniş bir çerçevede, Haug ise Marksizm
‘içinde’ kalarak yapıyormuş gibi gözüküyor. Ve bu ilk bakışta Haug’un
“[i]nsanlık Marx’ın dile getirdiği proje gerçekleşmeden ümit edecek az şeyi
vardır.” türü saptamalarıyla destekleniyormuş izlenimi veriyor. (Haug, 1985b:
21) Ama Haug’un burada önermiş olduğu çoğulculuğu, sosyalist düşünce tarihi
bakımından ve Marksist kuramın temeli ve sistematiğinin iç bütünleyicileri
açısından ne anlama geldiğini irdelediğimizde, Labica’nınkine benzer bir sonuca
ulaştığını görüyoruz. Bu soruya aşağıda tekrar döneceğim. Önce Engels’in Marx’a
atfettiği ve tartışmalarda genellikle bağlamından koparılarak aktarılan, bu
nedenle çok yanlış bir anlam yüklenen sözler üzerine eğilelim ve Marx’ın (ve
Engels’in) bir ‘Marksist’ olup olmadığı ve eğer bir Marksist ise bunun ne
anlama geldiği sorusuna açıklık getirmeye çalışalım.
Engels’in Marx’tan aktardığı bu sözlerin doğruluğundan
şüphe etmek için her hangi bir neden yoktur. Gerçekten de Engels’in “Marksizm”,
“Marksistler” veya “Marksist” gibi kavramları ilk olarak kullandığı
mektuplarına baktığımızda, bunları, Marx’ın sözünü de dikkate aldığından
olacak, hep tırnak içinde verdiğini, hatta bazen küçültücü “sözüm ona”
ibaresiyle beraber kullandığını, kısacası: bu türlü kavramların kullanılmasına
karşı mesafeli davrandığını görüyoruz. (Engels, 1982a: 69; 1985: 388; 1986d:
482) Engels, bu kavramları tırnak içinde verirken çoğunlukla Marksist olduğu
iddia edilen veya Marksist olduğunu iddia eden Fransızlara göndermede
bulunuyor. Ama aynı titizliği örneğin İtalyanlar ve Ruslar konusunda
göstermiyor. (Engels, 1982b: 478/479; 1986a: 225) Engels’in bu tavrı bu
ülkelerde Marksizmin kurucularına ve hareketin önderlerine karşı gösterdiği
güven duygusuyla ilgilidir. Plekanov’a karşı duyduğu güven duygusu, aralarında
geçen yazışmalarla yeterince belgelenmiştir ve genel olarak bilinir. Kamuoyunda
daha az bilinen, Engels’in ‘İtalyan
Marksizmi’nin kurucusu Antonio Labriola için “sıkı Marksisttir” tanımlamasını
kullanmış olmasıdır. (Engels, 1984: 188) Engels’in mektuplarında sergilemiş
olduğu bu farklı tavrın özellikle iki önemli nedeni var. Birincisi bu türlü
kavramların ortaya çıktığı koşullarla, ikincisi ise Marksist hareketin kuramsal
ve pratik-politik durumu ve düzeyiyle ilgilidir.
Birincisi; Almanya’da olduğu gibi Fransa’da da “Marksist” ve “Marksizm”
gibi kavramlar ilk olarak Marx’ın taraftarlarını tanımlamak için bunların
karşıtları tarafından genellikle alaycı ve küçültücü anlamda kullanılmıştır.
Fransa’da sosyalist hareket Paris Komünü’nde aldığı ağır darbenin etkisinden
kurtulmaya başlayıp 1870’lerin sonuna doğru yeniden toparlanmaya başlar ve 1879
yılında Marseille’de yapılan bir kongrede sol hareketin değişik kesimlerini bir
araya getiren karma bir “İşçi Partisi” kurulur. Fakat çok geçmeden 1882 yılında
parçalanır ve üç temel kümelenme ortaya çıkar. Bu kümelenmelerin her biri asıl
“İşçi Partisi”nin kendisi olduğunu iddia eder. Bu durumda kimin ne olduğunu
anlamak için, Bernstein/Engels bunların kendilerini nasıl tanımladığından çok
birbirlerini nasıl tanımladığına bakmak gerektiğini öneriyor.
(Bernstein/Engels, 1984: s. 515)[3] Birbirlerini tanımlarken
bir bakıma Bakunin ve Herzen’in taraftarları için “Posibilistler”,
Jean-Joseph-Louis Blanqui’nin taraftarları için “Blanquistler” ve Marx’ın
taraftarları için “Marksistler” tanımlaması kullanılır. Özellikle “Marksistler”
tabiri, büyük olasılıkla bunların Paris’te küçük bir grup oluşturmasından
dolayı olacak, genellikle küçültücü ve alaycı anlamda kullanılır.
Mektuplarından anlaşıldığı kadarıyla Engels’in “Marksizm” ve “Marksist” gibi
kavramları kullanırken mesafeli davranmasının nedenlerinden birisinin bu olduğu
ileri sürülebilir.
İkincisi; Engels’in aktarmasına göre, Marx, itirazını 1870’lerin sonunda
ifade etmiştir. Bundan yola çıkacak olursak, Avrupa’da sosyalist hareket içinde
saflaşmaların hem felsefi hem de siyasal bakımdan bundan çok önce başladığını
kabul edebiliriz. Tarihsel belgeler, örneğin Birinci Enternasyonal’de yaşanan
tartışmalar buna işaret ediyor. Bu aynı zamanda kendilerini “Marksist” olarak
tanımlayanların en azından belli bir siyasal ve proğramatik duruş sergilemeye
başladıklarını da gösteriyor. Bunun karşısında Marx, Fransız taraftarlarını
kastederek, Saint-Simon’un öğrencileri tarafından öğretisinin tanınmaz bir
şekilde değiştirildiğini görünce, ‘ben Saint-Simoncu değilim’ deyişini
anımsatırcasına: “bildiğim bir şey varsa, o da Marksist olmadığımdır” demiş.
Bildiğim kadarıyla Engels, Marx’ın bu sözlerini ilk olarak Sächsische Arbeiter-Zeitung’a (Saksonya
İşçi Gazetesi) yazdığı bir yanıtında kullanıyor. (1982a: 68-70) Engels önce
gazetenin eski yayın kurulunun kuramsal ve pratik duruşunu bir kaç nokta
altında toplayarak eleştiriyor. Örnek verecek olursak yayın kurulunun “şiddetli
bir şekilde deforme edilmiş bir ‘Marksizmi’” savunduğunu, “temsil ettiğini
iddia ettiği görüş biçiminin büyük bir yanlış anlayışa” dayandığını ve
kesinlikle vazgeçilemez olan somut “tarihsel gerçekleri” bilmediğini ileri
sürüyor. Engels, burada öne çıkardığım düşüncelerini ifade ettikten sonra, eğer
bu Marksizm ise ‘ben bir Marksist değilim’ dercesine Marx’ın yukarıdaki sözünü
hatırlatıyor.
Engels’in, Marx’ın sözlerini kullandığı oldukça ilginç bulduğum başka bir
bağlam, Marx’ın materyalist tarih kuramının yanlış yorumuyla ilgilidir.
Engels’in Conrad Schmidt’e yazdığı 5 Ağustos 1890 tarihli mektuptan
anlaşıldığına göre, o yıllarda Leipzig Üniversitesi profesörlerinden Paul
Barth’ın Marx üzerine kaleme aldığı veya Marx’ı da tartıştığı bir kitabı
yayınlanmıştır. Engels, kitabı henüz okumadığını, fakat Moritz Wirth’in tanıtım
yazısında sergilenen düşünce ve duruşlar doğruysa, Paul Barth için üzgünüm,
diyor. Engels şöyle diyor: Eğer Barth, Marx’ın eserlerinde sadece “felsefenin
vs. maddi varoluş koşullarına bağlı olduğu örneğini görebiliyorsa (...), böyle
bir şeyi yazabilen bir adam için üzgünüm. Ve eğer o hala maddi varoluş
biçiminin ilk fail (primum agens)
olduğunu ve bunun, yani düşünsel alanların tepki gösteren ama onun üzerinde
ikincil etkisi olduğunu dışlamadığını kavramadıysa, üzerine yazdığı konuyu kavramış
olması mümkün değildir.” Engels, hemen bir cümle aşağıda da şöyle devam ediyor:
“Maddeci tarih düşüncesinin de bugün utanç verici dostları var. Bu onlara
tarihi öğrenmemek için bahane oluyor. Tam da Marx’ın 70’li yılların sonundaki
Fransız ‘Marksistleri’ için söylediği gibi: ’Tout ce que je sais, c’est que je
ne suis pas Marxiste.’” (1986c: 436)
Avrupa’da sosyalist hareketin teorik ve politik bakımdan belli bir nitel
sıçrama sergilemeye başladığını gören Engels, mektuplarında (özellikle 1890’dan
itibaren yazdıklarında) söz konusu kavramları daha serbest kullanmaya başlıyor.
Fransızlardan bahsederken bile “Fransız Marksistler” ifadesini kullanırken bu
ifadeyi artık daha seyrek olarak tırnak içinde verdiğini, hatta bazen
“Fransızlar (bizim Marksistler)” gibi
tanımlar kullandığını görüyoruz. (1986e: 531) Bu ve başka mektuplarından
anlaşıldığına göre Engels de artık, Marx’ın ortaya koymuş olduğu kurama dayanan
harekete “Marksist” ve bu hareketin temelini oluşturan kurama ise “Marksizm”
denmesine karşı değildir. Engels’in 1890’lı yıllarda yazdığı mektuplarında
gözlediğimiz bu tavır değişikliği, onun 1880’li yıllarda Avrupa sosyalist
hareketi içinde yaşanan kavgaların sonucuna dair değerlendirmesiyle ilgilidir.
Engels’e göre Marksizm en geç, 14 ile 21 Temmuz 1889 tarihleri arasında
gerçekleşen “Uluslararası Sosyalist İşçi Kongresi”nde diğer fraksiyonlar
karşısında zafer kazanmıştır ve bundan böyle işçi sınıfı ve sosyalist hareket
içinde en önemli güç durumuna gelmiştir. Bu konuda Engels’in Laura Lafargue’a
yazdığı 11 Haziran 1889 tarihli mektupta ifade ettiği bir değerlendirme,
tavrının değişmesinde bir nevi bir dönüm noktası oluşturuyor:
“1873 yılından sonra Anarşistlerden geri kazandığımız
mevzi şimdi onların takipçilerinin saldırısına uğradı. Bundan dolayı başka bir
seçeneğim yoktu. Ama zafer kazandık. Dünyaya neredeyse bütün Avrupa
sosyalistlerinin ‘Marksist’ (bize bu ismi verdikleri için çılgına
döneceklerdir!) olduğunu kanıtlamış bulunuyoruz...” (1986b: 235)
Engels’in,
1890 yılından sonra bazı mektuplarında Marksist ve Marksizm gibi kavramları,
daha seyrek de olsa, hala tırnak içinde vermeye devam ettiğini görüyoruz. Ama
kanımca bunlar artık, özellikle yukarıda belirttiğim kongreden sonra, içerikten
çok retorikle ilgilidir.
Buraya kadar aktardıklarımız, Labica ve Haug’un iddiasının tersine, Marx ve
Engels’in bütünlüklü bir öğreti ve buna uygun olarak da politik bir hareket
veya parti kurmaya karşı olmadığını, aksine Marx’ın öğretisinin çarpık ve
yanlış yorumuna ve bundan çıkarılan yanlış siyasi sonuçlara karşı mesafeli
davranmak için bu deyimleri kullandıklarını göstermektir. Kısacası, Engels’in
Marx’tan aktardığı sözler, onun ‘öğretisinin’ kendi ismiyle anılmasına karşı
değil, bunun belli bir yorumuna karşı israf edilmiştir. Bundan dolayı ifade
edildiği bağlamdan kabaca soyutlanmadığı sürece Marksizmin çoğulcu
yorumcularının ileri sürdükleri iddialar için bir çıkış noktası teşkil
etmemektedir.
Marksizmin
çoğulcu yorumcularının yayınlanan yazılarına dikkatli bakınca, Marx’ın bu
sözünü bağlamından kopararak sıkça atıfta bulunmalarının, başka bir nedeninin olduğu kanısı uyanıyor
okurda. Kanımca önerilen çoğulcu yorumla amaçlanan, yukarıda aktardığım
Engels’in betimlediği bu tarihsel süreci, Marksistler karşısında tarihsel
olarak yenik düşen akımlarının düşüncelerini Marksist düşünce sistematiğinin
içine taşıyarak ve böylece eklektik bir yorum ortaya koyarak, geri çevirmektir.
Örneğin Haug’a göre, bu “tarihsel zafer” Marksizmi aynı zamanda ilk “tarihsel
kriziyle” karşı karşıya getirmiş, içinde farklı eğilimlerin ve yorumların
ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu tarihsel zaferden sonra bütün bu farklı
yorumları ve eğilimleri birleştiren tek bir şey kalmıştır: Marx’ın ismiyle
ilişkilenmek veya ona biat etmek.
(1985c: 27)
Kaynakça İçin Bakınız: http://dogangocmen.files.wordpress.com/2009/08/cogulcu-marksizm-uzerine4.pdf
[1] Bu kısa yazı ilk olarak Praksis
dergisinde (no:13, s. 123-151 ) „‘Çoğulcu Marksizm‘ veya Kuramın ve Siyasetin
Mistikleştirilmesi” başlığı ile yayınlanmış yazımdan alınmış bir bölümdür.
Yazının tamamına ulaşmak için bkz.: http://dogangocmen.files.wordpress.com/2009/08/cogulcu-marksizm-uzerine4.pdf.
[2] Marx’ın sözlerinin tarihsel bir geri
planı vardır. Anlatıldığına göre benzer bir sözü Saint Simon, öğretisinin
takipçisi olduğunu ileri süren örneğin August Comte gibi öğrencilerinin
sergilediği teorik ve pratik duruş karşısında, eğer bu Simonizm ise ben
Simonist değilim, demiştir. Engels’in Marx’tan aktardığı sözleri bu tarihsel
örneğe analojik olarak kendi öğretisinin Fransa’daki takipçilerinin sergilemiş
olduğu teorik ve pratik duruş karşısında ifade edilmiştir.
[3] Marx ve Engels’in
eserlerini yayınlayan kurulun verdiği bilgiye göre, bu yazıyı Engels’in
tavsiyesi üzerine Bernstein kaleme almıştır. Daha sonra Engels üzerinde
çalışarak İngilizce baskısını hazırlamıştır. Bu yazı daha sonra Almancaya
çevrilmiş ve Bernstein’ın imzasıyla yayınlanmıştır.