PDF için tıklayınız...Dünya işçi sınıfı ve ezilen
halklar, vermiş oldukları kurtuluş mücadelesinin büyük bir emekçisini yitirdi.
Geçen hafta 84 yaşında yitirdiğimiz filozof Hans Heinz Holz, kelimenin tam anlamıyla
işçi sınıfının filozofuydu. Holz, 20. yüzyılın son üççeyreğinin ve 21. yüzyılın
ilk on yılının, yani insanlık tarihinde son derece dramatik olayların, büyük
tarihsel ileri sıçramaların ve trajik çöküşlerin yaşandığı bir dönemin canlı
tanığı olmuştur ki o, bu olaylara, olayların en yoğun ve şiddetli yaşandığı ülkede,
Almanya’da tanıklık etmiştir. Aynı zaman da bugün dünya entelektüel gündemini
meşgul eden birçok 20. yüzyıl Heidegger, Gadamer ve Habermas gibi birçok Alman
entelektüeli ile de aynı çağı paylaşmıştır. Aralarında önemli bir fark vardır:
Holz, birçok yasal ve siyasal engelle, örneğin meslek yasağı ile filozof olarak
bastırılmak istenirken, diğerleri hemen her türlü devlet desteği görmüştür,
sonuna kadar teşvik edilmiştir. Buna karşın Holz, geride genç kuşakların
Marksist felsefeyi geliştirmek için hemen her bakımdan bir çıkış noktası
bulabileceği birçok büyük eser bırakmayı başarmıştır.
İnsanlık tarihinde hemen her
şeyin etrafında döndüğü ‘güneş’, hemen her şeyin çekim merkezi, üretim ilişkileridir.
Bu sadece toplumsal olay ve olgular için değil, özellikle ekolojik kriz
çerçevesinde tartışılan birçok doğal sorunlar için de geçerlidir. “İlk bakışta
anlaşılmaz ve açıklanamaz gibi görünen çağımıza özgü birçok sorun, yani ‘kargaşa’,
üretim ilişkileri ile ilişkilendirildiği ve üretim ilişkilerinin ışığında
incelendiği zaman anlaşılır ve açıklanır oluyor”. Jürgen Habermas’ın genel
olarak sınıflar üstü olarak tasarlanan iletişim kuramını, özel olarak da “Yeni
Karmaşa” adlı kitabını kastederek böyle diyordu Ernst Bloch’un öğrencisi Hans
Heinz Holz, kendini dinleme fırsatı bulduğum konferanslardan birinde.
Büyük
Çağın Tanığı
Bu duruş, fakat aynı zamanda adına
faşizm denilen Alamanya’da yaşanan barbarlık ve Sovyetler Birliği’nde bu
barbarlıktan çıkmayı amaçlayan sosyalizm denemesi, Holz’u ta gençlik yıllarında
felsefenin ve bilimlerin sorunlarına işçi sınıfı açısından tarihsel olarak bakmaya
götürmüştür. Hem de bunu ilk ve orta öğretiminin hemen hepsini faşizmin
dayattığı koşullarda geçirmek zorunda kalmış olmasına karşın başarmıştır. Felsefeyi
işçi sınıfının ve ezilen halkların vermiş olduğu kurtuluş kavgasının “beyni” haline
getirmek için ne yapmak gerekir? Holz’u bütün felsefeci hayatı boyunca meşgul
eden bu soru, Marx’ın ta gençlik yıllarında ortaya attığı bir sorudur ve kesinlikle
ezilenlere karşı basit bir acıma duygusundan kaynaklanmamaktadır. Eğer soruna
sadece bir acıma duygusundan hareketle yaklaşılsaydı, karşı karşıya olunan
mesele gerçekten basitleştirilmiş olurdu. Bu ise en iyi durumda sorunu moralize
eden, örneğin: elinizdeki mülkiyetin sadece yüzde birini yoksullara verseniz,
dünyada açlık kalmayacak, türünden çağırılar yapmaktan öteye gitmeyecekti.
Fakat sorun bu kadar basit değil ve vicdana hitaben yapılan birtakım ahlaksal çağırılarla
çözülecek türden hiç değil. Ve sorun belki ilk bakışta sanıldığı gibi,
felsefenin basit bir şekilde işçi sınıfının ve ezilen halkların hizmetine
sunulması anlamına da gelmemektedir.
Felsefi
Çabasının Amacı
Sorunun
çerçevesi, Holz’un son cildini ölmezden birkaç hafta önce tamamladığı ve
Berlin’de “Aurora Verlag”da üç cilt olarak yayınlanan Marksist felsefe tarihine
ilişkin olan eserine vermiş olduğu başlıkta daha açık olarak görülebilir:
“Aufhebung und Verwirklichung der Philosophie” (“Felsefenin Muhafaza Edilip Aşılması
ve Gerçekleştirilmesi”). Fark edildiği gibi, konu sadece kavramsal dizge ile
ilgili değildir. Zira Holz çerçeveyi ‘felsefenin muhafaza edilip aşılması’ ile;
sıkça kullandığı başka bir tabir ile belirtecek olursak; Holz, sorunu “dünyanın
kuramsal halledilmesi” ile (“theoretische Bewältigung der Welt”) sınırlı tutmuş
olsaydı, konu salt kavramsal bir dizge sorunu olarak ele alınabilirdi. Bu
durumda konu, bir ya da birkaç filozofun ve belki de bütün bir felsefe
tarihinin eleştirisi ve eleştirilenin yerine yeni bir kavramsal dizge koyma meselesi
olarak görülebilirdi. Fakat Holz’un son büyük eserine seçmiş olduğu başlıkta bir
de ‘felsefenin gerçekleştirilmesi’ meselesi var. Holz’un filozof olarak
neredeyse bütün yaşamını dolduran bu mesele hem genel felsefe tarihi üzerinden
hem de Marksist felsefe tarihi üzerinden dolayımlıdır. Bunun ne anlama
geldiğini görebilmek ve Holz’un eserinin tarihsel önemini kavrayabilmek için onu
ve eserini önce Marksist felsefe tarihi içine oturtmak gerekir.
Marksist
Felsefe Tarihindeki Yeri
Holz,
Marksist kuram tarihinde üçüncü kuşak bir kuramcı olarak tanımlanabilir. Birinci kuşak, örneğin Lenin ve Gramsci gibi
kuramcıların büyük sorusu (ki bu onlara önce Marksist kuramın karşıtları
tarafından dayatılan, fakat onlar tarafından son derece verimli hale getirilen
bir sorudur), Marksizm’in felsefe olup olmadığı ve eğer Marksizm felsefe ise, onun
nasıl bir felsefe olduğu sorusudur. Antonio Labriola’nın, Marksist kuramın,
sanıldığından çok daha fazla felsefi iç kaynağa ve temellere sahip olduğu
konusunda uyarmak için yazdıklarını hatırlayalım. Elbette mesele bu şekilde ele
alınınca, Marksist felsefenin felsefe tarihi ile ilişkisinin, iç ve dış
kaynaklarının ve temellerinin ne olduğu sorusuna yanıt aramak gerekir. Georgy
Plekanov’un felsefi çalışmalarında yanıt aranan soru budur -ki bu konuda ilk
çalışmaları aslında Engels vermiştir. Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg gibi çalışmalarını
daha çok Marksist kuramın uygulanması sorusuna hasretmiş düşünürler de dâhil
olmak üzere; birinci kuşak Marksist düşünürlerin ortaya koymuş olduğu teorik
çalışmaları, Marksist kuramın değişik boyutlarını ortaya koyup onun felsefi
temellerini görülür kılmayı amaçlamaktadır. György Lukács gibi ikinci kuşak Marksist kuramcıların sorusu artık
tek başına Marksist felsefenin kaynakları ve temellerinin ne olduğu sorusu
değildir. Bu soru ikinci kuşak Marksist kurmacıları en az birinci kuşak
kuramcılar kadar ilgilendirse de; onları yeni bir sorunun da meşgul etmeye başladığını
görüyoruz: “Marksist felsefe nasıl mümkündür?”. Yani artık soru, sadece
Marksist felsefenin ‘neliğine’ dair değil, aynı zamanda onun “nasıllığına” da
ilişkindir. Bu ikinci soru doğrudan Marksist felsefenin kuruluşuyla ilgilidir. Örneğin
Lukács’ın “Toplumsal Varlığın
Ontolojisi” ikinci soruya hasredilmiş bir eserdir. İşte, Holz’un geride
bırakmış olduğu felsefi eserde bu ikinci sorunun artık belirgin bir şekilde
kuramsal çabaların merkezine alındığını görüyoruz.
İki
Büyük Tez ve Miras
Çalışmasının merkezine Marksist
felsefenin kuruluş sorununu alan Holz, iki temel tezden hareket ediyor
denebilir. Bu iki tezin ilki, birinci kuşak Marksist kuramcıların
çalışmalarının ortaya çıkarmış olduğu ürününü bir cümlede şöyle özetliyor “Birlik
ve Çelişki” adlı Yeni Çağda diyalektiğin tarihini ortaya koyduğu felsefe
tarihine dair olan eserinde: “Marksizm tamamıyla bir felsefedir ve bu, ‘onun
aynı zamanda felsefeden daha fazla’ olduğu anlamında geçerlidir.” Marksizmin “felsefeden
daha fazla” olduğuna dair belirleme, yukarıda işaret ettiğim felsefenin gerçekleşmesi
sorunu ile ilgilidir. Böylelikle sorun, Marx’ın haksız yere ve sıkça kasıtlı
olarak felsefeyi yıkmak istediğine dair suçlanmasına sebep olan ünlü “onbirinci
tez” çerçevesine oturtulmuş oluyor.
“Asıl mesele dünyayı
değiştirmektir” önermesini kendine temel edindiği için Marx’ı felsefeyi yıkmak
istemekle suçlayanların en ünlülerinden birisi Heidegger’dir. Bu suçalamsıyla
Heidegger, kendisine ve felsefe diye ortaya koyduğu teolojik şeye, sanki Marx’a
ve Marksistlere karşı felsefeyi savunuyormuş görünümü vermektedir. Fakat
Fransız felsefe tarihçisi ve Heidegger araştırmacısı Emmanuel Faye ve İtalyan
felsefe tarihçisi Domenico Losurdo’nun (her birinin farklı açılardan) ortaya
koyduğu gibi, felsefeyi içten çökertip, yerine teolojiyi geçirmeye çalışan Heidegger’in
kendisidir, Marx değil. Heidegger’in felsefi çabası, felsefenin araçlarını teolojinin
hizmetine sokmakla ilgilidir. Aynı çabayı Gadamer farklı bir açıdan
göstermektedir ve bunu Türkiye’de de yayılmaya çalışılan “hermeneutik” başlığı
altında sunmaktadır. Fakat Heidegger’i ve Gadamer’i birleştiren, felsefeyi
öznelci açıdan yorumlayarak yıkmaktır. Bu bakımdan her ikisi de, Nietzsche’nin
başlattığı yıkıcılığı devam ettirmektedir. Buna karşın Holz’un Marksist felsefe
tarihine ilişkin olan “Felsefenin Muhafaza Edilip Aşılması ve
Gerçekleştirilmesi” adlı eserinde ortaya koyduğu gibi, Marx’ın ve Marksist
filozoflar kaygısı, felsefeyi yıkmakla ilgili değildir. Onların çabası,
felsefenin gerçekleşmesini amaçlamaktadır.
Fakat eğer mesele sadece
felsefeyi muhafaza edip aşarak dünyayı farklı yorumlamak değil ise, yani mesele
aynı zamanda dünyayı değiştirmek ise, felsefenin dünyanın yine dünyadan
kazanılmış olan felsefeye, yani yine dünyanın ürünü olan diyalektik akla dayalı
kavrama göre nasıl değiştirilip felsefileştirileceğine doyurucu bir yanıt
vermesi gerekir. Bu nedenle Holz’un “felsefenin muhafaza edilip aşılması”
(Aufheben) kavramını kelimesi kelimesine almak gerekir. Zira felsefenin mevcut
haliyle gerçekleşmesi mümkün değildir. Felsefenin gerçekleşmesi için, önce onu
gerçekleştirecek toplumsal güçler (işçi sınıfı) açısından ve en çağdaş bilimsel
bilginin ışığında yeniden kurulması gerekmektedir. İşte, yukarıda işaret
ettiğim gibi filozof olarak Holz’un hayatına anlam veren büyük soru budur. Bu amacını
gerçekleştirmek için de hem Marksist felsefe tarihine ilişkin hem de genel
felsefe tarihine ilişkin büyük çalışmalar yaptı. Yeni Çağ’da diyalektik
felsefenin “sorun tarihi”ni işleyen “Birlik ve Çelişki” (“Einheit und
Widerspruch”) başlıklı üç ciltlik çalışmayı antik Yunan’ı ve Ortaçağı
kapsayacak şekilde “Diyalektik” başlığı altında beş cilde genişletti.
Marksist felsefe tarihine ve
genel olarak felsefe tarihine dair çalışmaları yaparken yanıt aradığı soru,
Hegel felsefesi ile Marksist felsefe arasındaki Marx’ın kendisinin kurduğu karşıtlık
ilişkisidir ve bu onun ikinci tezidir. Şöyle diyor Holz: “Hegel’in Marksizmde
materyalist tersine döndürülmesi, düşünce biçimi/yöntemi olarak diyalektik ile
bu yönteme uygun ve onu meşrulaştıran hakikatin real kuruluşu arasındaki
ilişkinin tam belirlenmesini gerektirmektedir”. Holz bu belirlemeyi, bir
taraftan, Marx’ın kendi yöntemiyle Hegel’in yöntemi arasında kurduğu karşıtlığa
Aristoteles’e dönerek anlamlandırmaya çalışırken, diğer taraftan özellikle
Leibniz ve Hegel’den hareketle yapmaya çalışmıştır. Bu çabası, biri küçük
diğeri büyük, iki büyük sistematik çalışmanın ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Bunlardan ilki 1983’de yayınladığı “Diyalektik ve Yansıma”dır (“Dialektik und
Widerspiegelung”) ve ikincisi “Dünya Tasarımı ve Yansısal Düşünme”dir
(“Weltentwurf und Reflexion”). Bu son çalışmasının alt başlığını, filozof
olarak hayatı boyunca çabasını ifade ettiği için vermek gerekiyor:
“Diyalektiğin Temellendirilmesine Dair Bir Deneme”. Bu deneme, kelimenin her
iki anlamında da, yani hem felsefenin temellendirilmesi ve hem de felsefenin
gerçekleştirilmesi anlamında, devam ettirmeye değer bir denemedir.
Nur içinde yat Hans Heinz.
Bana her “artık yaşlandım” dediğinde; sana “sen birçok gençten daha gençsin”
derdim gülümseyerek. Sen ise hemen kaşlarını çatarak: “ama bireysel hayatın
fiziksel sınır var” derdin. Demek o sınır 11 Aralık’taymış. Sesin hala
kulaklarımda çınlıyor. Seninle ve geride bıraktığın eserinle her bakımdan guru
duyuyoruz. Nur içinde yat sevgili yoldaşım.