PDF için tıklayınız... Onur
Hamzaoğlu, kendisini birazcık tanıma fırsatı bulmuş olan herkes bilir, en
saygın halk sağlıkçılarımızdandır. Kendisi aynı zamanda bilimsel değerleri ve
toplumsal sorumluluğu yücelten, dünyanın saygın bilim insanlarından birisidir. Onunla ortak mesai yapmış olanlar onun
çalışmalarında genel olarak ahlaki değer ve ilkelere ve özel olarak da bilim
etiğine ne kadar önem verdiğini bizzat yaşamıştır. Hamzaoğlu sadece meslek
hayatında değil, aynı zamanda bütün yaşamında ahlaki değerleri yüceltmeye ve yaşatmaya
çalışan bir kişidir. Onun arkaşlığını yaşamış olanlar bunu çok daha iyi bilir.
Hamzaoğlu,
annelerin ilk sütünde ve bebeklerin ilk kakalarında bulunan ağır metallere
ilişkin Dilovası üzerine yapmış olduğu araştırmasının ilk sonuçlardan
bazılarını kamuoyu ile paylaştığı sırada, yaklaşan seçimlerden dolayı ülke
çapında politik gerilim oldukça yüksekti.[1] Birçok şey o günün seçim
atmosferinde söz düellolarının, politik açıklamaların, entrika ve oyunların,
komplo ve tuzakların yarattığı puslu havaya kurban gidiyordu. Onur
Hamzaoğlu’nun kamuoyuyla paylaştığı uzun bir gözlem ve izlem süresine de dayanan
araştırma verileri de bu havanın kurbanı olacaktı. Oysa,
yapılmış olan açıklama toplumsal vicdanı olan herkesi ayağa kaldırmalı ve
toplumun geleceği konusunda kaygılandırmalıydı. Zira Hamzaoğlu, Dilovası’nda
hüküm süren özellikle aşırı endüstriyel yoğunlaşmadan kaynaklanan hava
kirliliğine işaret etmek için “anne sütü ile bebeğin ilk kakasında ağır metal
var” demişti. Fakat “Gebze” internet gazetesinin konuya ayrılan bir yazısında
haklı olarak işaret edildiği gibi, çözümler üretmek için en az 2005 yılından
beri resmi makamların da bilgisi dâhilinde olan sorunun üzerine gitmek yerine “suçlu”
aranmaya başlanmış ve ne yazık ki araştırmayı yürüten (böyle bir araştırmayı
yapmış olmasından dolayı) “günah keçisi” ilan edilmiştir. İddiaya göre Onur
Hamzaoğlu bir bilimci değil, “şarlatandır”. Bu nedenle yapmış olduğu
araştırmanın ve bu araştırmadan elde etmiş olduğu bilginin, iddia sahiplerine
göre, bilimsel bir anlamı ve değeri de yoktur. Bir bilimci olarak hem kişisel
hayatını hem de mesleki geleceğini de ilgilendiren şarlatanlık suçlamasının içinde
saklı olan iddia budur.
Belki ilk bakışta bir bireyi
ilgilendiren, bu nedenle kişisel/özel bir konuymuş gibi görünen Hamzaoğlu olayı,
aslında son derece girift ve bütün insanlığı ilgilendiren büyük meseleleri
toplumun gündemine taşıyan bir olaydır. Son derece önemli sorunlar yumağını
ortaya çıkarmıştır. Ona karşı şarlatanlık suçlamasının bir Belediye Başkanı
tarafından yapılmış olması, en başta toplumun yerel yönetim kurumlarının dahi
ne hale geldiğini gösteriyor. Bu, toplumun sağlığı, kültürel gelişimi, bilimsel
birikimi, felsefi derinliği ve sanata ilgisi konusunda ilerleme olmasını
isteyen herkesi kaygılandırmalıdır. Bu olay, aynı zamanda akademik ve bilimsel
özgürlüğün bugünkü ve yakın gelecekte alabileceği durum ile de çok yakından ilgilidir.
Daha da ötesi, bir kurum olarak bilimin amacının doğada ve toplumda olan şeyleri,
yapıları ve süreçleri açıklamak ve böylece, insanı, doğal ve toplumsal
koşullarına hâkim olmasını sağlayıp, özgürleştirmek olduğunu dikkate alırsak;
Onur Hamzaoğlu olayının aslında insanın doğayla, diğer canlılarla ve toplumla
olan ilişkisini de gündeme taşıyan bir olaya dönüştüğünü ve böylelikle olayın
insanın evi olan dünyadaki (doğadaki ve toplumdaki) özgürlüğü meselesine
dönüştüğünü pekâlâ ileri sürebiliriz.
Bir bilimcinin, toplumun insanca yaşaması
için kendisine görev edindiği bu amacını (insanın doğada ve toplumda özgürlüğünü
gerçekleştirebilmesi) için en başta bilimin ne olduğuna dair ve bilimcinin kim
olduğuna ilişkin soruya açılık getirmesi gerekir. İnsanın insanca yaşaması için
kendisine biçmiş olduğu görevini yerine getirirken, bilimci, araştıracağı
sorunları, vermiş olduğu önceliğe göre bir sıraya koymak durumundadır, açıklık
getirilmesi gereken soruları titizlikle belirlemekle yükümlüdür, gözlemler ve araştırmalar
sonucu elde ettiği bütün bilgiler ve bu bilgilerden hareketle çıkarmış olduğu
sonuçlar karşısında toplumsal sorumluluğunu yerine getirmek zorundadır. İşte
bilimci bu toplumsal görevini yerine getirmeye çalışırken çoğu kez tek başına
vicdanınyla hesaplaşarak karar vermek zorunda kalır. Bu nedenle ‘bilim nedir?’,
‘bilimci kimdir?’, ‘bilimci ne yapar?’ gibi bilimsel uğraşın anlamını sorgulayarak
ona anlam kazandırmak isteyen soruları araştırrıken, bilimci aynı zamanda, vereceği
kararlarda ve sergileyeceği davranışlarda temel oluşturacak ahlaksal ilkelerden
oluşacak çerçeveyi de iyi belirlemek zorundadır. O halde bilimin ve bilimcinin ‘neliğine’
ilişkin sorulara yanıt ararken, bilimcinin aynı zamanda bilim etiğine ilişkin
sorulara da yanıt vermek zorundadır. Onur Hamzaoğlu bir bilim kuramcısı değildir;
bir bilim etikçisi de değildir. Fakat bilim kuramı ve bilim etiğine dair
kendine özgü bir duruşu olan bir halk sağlıkçısıdır. Mesleğinde hem doğa
bilimlerini hem de toplum bilimlerini birleştirmek zorunda olan geniş bilimsel
bir alanda etkin olmak zorundadır. Radikal gazetesinden Pınar Öğüç’ün Onur
Hamzaoğlu’na yönelik yapılan şarlatanlık suçlaması hakkında kendisiyle yaptığı
bir röportajda, Hamzaoğlu bu konuda bazı açıklamalar yapmıştır. Konu bağlamında
bilim kuramına ve bilim etiğine dair bazı temel sorulara yanıt ararken, söz
konusu röportajda ifade edilen düşüncelerin yoğunlaştığı bir pasajdan hareketle
Onur Hamzaoğlu’nun bir bilimci olarak çalışmalarına yön veren bilim kuramına ve
bilim etiğine ilişkin duruşuna da açıklık kazandırmaya çalışacağım.
Onur
Hamzaoğlu, şarlatanlıkla suçlayanlar bugüne kadar tek bir kanıt bile gösteremediler.
Bu konuda kamuoyuna borçlu kaldılar. Fakat ben bu yazıda suçlamayı ciddiye
alıp, suçlamanın neden temelsiz olduğuna dair hem teorik hem de pratik kanıtlar
getireceğim. Böylelikle “şarlatan” ve “bilimci”, “şarlatanlık” ve “bilimsellik”
gibi kavramlara da anlam bakımından açıklık getirmek istiyorum.
I. Bilimci ve Şarlatan: Onur Hamzaoğlu Bilim
Etiğine Aykırı mı Davranmıştır?
“Şarlatanlık”
suçlaması bir bilimciye yönelik yapılabilecek en büyük suçlamadır ve onun için
bundan daha onur kırıcı, bundan daha kötü bir şey olamaz. Kelimenin ve
dolayısıyla suçlamanın ne anlama geldiğini az çok bilen birisi için bu “kolay
yutulur” türden bir suçlama değildir. Bunu ancak şarlatan kelimesinin kökenini,
kavramın anlamını bilen birisi tam olarak anlayabilir. Kimdir şarlatan? Nedir
şarlatanlık? Bir kişiye “şarlatan” sıfatını atfedebilmek için söz konusu
kişinin ahlaken ne tür niteliklere sahip olması gerekir? Şarlatan olan birisi ile
bilimci olan birisi arasında ayrım yapmak için kıstas(lar) var mıdır; varsa,
bunlar nelerdir?
“Şarlatan” kelimesi günlük dilde sık
kullanılmaz. Bundan dolayı kelimenin tarihsel anlamı pek bilinmez. Şarlatan
kelimesini kullananların bile kelimenin anlamını açık ve seçik bilerek
kullanmak yerine, sıkça onu olumsuzluğu ifade etmek için belli bir içgüdüyle kullandıkları
görülmektedir. Bu nedenle konuya kavramın kökeni ve anlamına ilişkin bazı ön
açıklamalarla başlamak istiyorum. Kelime İtalyanca’dan devralınmıştır. Başka
dillerden devralınan birçok başka kelime gibi, “şarlatan” kelimesinin de ne
anlama geldiğini ilk bakışta bilmek her zaman mümkün değildir. Örneğin, günlük
hayatta çok daha sık kullanıldığı için “sahtekâr” kelimesini duyan herkes hemen
ona bir anlam yükleyebilir. Fakat kanımca aynı şeyi “şarlatan” kelimesi için
iddia edemeyiz. Oysa, her iki kelime de anlam bakımından aynı anlama gelmektedir.
Aralarındaki fark, berikinin daha çok bilim (özellikle tıp bilimleri ve
hekimlik) alanında, ötekinin ise, kabaca belirtecek olursak, daha çok “para
pul” alanında kullanılmasıdır. Bu bakımdan “şarlatan” kelimesi, hekim
olmamasına karşın hekimmiş gibi davranan, yalan, yanlış ve uydurma bilgilerle
ün ve zenginlik elde etmek için insanları aldatan birini, yalancılık,
dolandırıcılık, sahtekârlık yapmakla suçlamak amacıyla kullanılıyorsa, doğru
yerde ve doğru anlamda kullanılmıştır. Dolayısıyla, Onur Hamzaoğlu’na yönelik
suçlama yapılırken “şarlatan” kelimesi doğru yerde ve doğru anlamda
kullanılmıştır.
Fakat kelimenin doğru yerde ve anlamda
kullanılmış olması, yapılan suçlamanın gerçeği yansıttığı anlamına mı
gelmektedir? Ne yazık ki bilimler tarihinde şarlatanlıkla suçlanmış yığınla bilimci
ve filozof vardır. Aristoteles söz konusu filozoflardan birisidir örneğin.
Bugün hiç kimse (ondan ne kadar radikal bir şekilde farklı düşünürse düşünsün,
onu ne kadar köklü bir şekilde eleştirirse eleştirsin) Aristoteles’i
şarlatanlıkla suçlamayı akıl bile edemez. Kavramın kökenine, sözlük ve
ansiklopedik anlamına bakarak soruyu Onur Hamzaoğlu bağlamında yanıtlamaya
çalışalım. Önce kelimenin Türkiye’de kullanılırken yaygın olarak dikkate
alındığını sandığım Büyük Türkçe Sözlük’te
verilen tanımlara göz atıp, bunların Onur Hamzaoğlu’nun, 2005 yılından beri Dilovası’ında
halk sağlığı üzerine yapmış olduğu son araştırmadan elde ettiği bazı bilgileri
basın aracılığıyla kamuoyuna yansıtmış olması nedeniyle, “şarlatan” olarak
nitelendirilmiş olmasını göstermeye yetip yetmediğine göz atalım.
Büyük
Türkçe Sözlük şarlatan
kelimesini betimlerken birbirine yakın ve birbirini tamamlayan dört farklı
anlam arasında ayırım yapıyor. Bu tanımlardan birisi “yaramaz çocuk” anlamına
gelmektedir ve bu anlamın konumuzla hiç bir ilgisi bulunmamaktadır. Kelimenin
Türkçedeki diğer anlamı hekimlik pratiğini ilgilendirmektedir. Dolayısıyla,
Onur Hamzaoğlu olayının hekimlik pratiği ile doğrudan bir alakası olmadığı için
kelimenin bu anlamının da konumuz ile çok fazla bir ilgisi bulunmamaktadır. Büyük Türkçe Sözlük’ün önerdiği diğer
iki anlam, konumuzla daha yakından ilgilidir. O halde, bunlara yakından bakalım.
Birincisi; şarlatan olarak betimlenen
kişi, “bilir geçinen kimse” olarak tanımlanıyor. Şimdi, Onur Hamzaoğlu bir halk
sağlıkçısı olarak 2004 yıllarından beri kamuoyunda Dilovası’nda gözlenen sanayi-çevre-insan
sağlığı ve sonuçları üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan bilinen bir bilimcidir.
Bu konuda yaptığı çalışmalar en üst düzey resmi kurumlar nezdinde bile kabul
görmüştür. Soruna dair yaptığı son araştırma projesi, Kocaeli Üniversitesi’nin
konuyla ilgili en üst organları tarafından da onaylanmıştır. Yıllardan beri
sağlık alanında yaşanan sosyal sorunlara ilişkin dünya çapında kabul görmüş
yayınlar yapmıştır. Uluslararası alanda bilimciler arasında/nezdinde saygın bir
yeri vardır. Bu nedenle şarlatan kelimesinin “bilir geçinen kimse” anlamı, Onur
Hamzaoğlu’na hiç uymamaktadır. Bilen bir insanın bilir geçinmesi, kavramın
kendisine aykırıdır. O halde, Onur Hamzaoğlu’nun bu anlamda “şarlatan” olarak
tanımlanması gerçeğe aykırıdır. Şimdi, kelimenin ikinci anlamına bakalım.
İkincisi; şarlatan olan birisi, “bilgi
ve niteliklerini veya mallarını överek karşısındakini kandıran, dolandıran
kimse” olarak tanımlanıyor. Sanırım kelimenin Onur Hamzaoğlu olayı bağlamında
en önemli anlamı budur. Fakat şarlatan kelimesinin bu tanımı da Onur
Hamzaoğlu’nun Dilovası bağlamında sergilemiş olduğu tutumu şarlatan olarak tanımlamaya
uygun düşmemektedir. Zira Onur Hamzaoğlu, ne bilgi ve niteliklerini ne de
malını ve mülkünü övmüştür. O sadece bilimsel bir araştırmanın sonuçlarını kamuoyu
ile paylaşmıştır. Bununla ne kimseyi dolandırmaya ne de kandırmaya kalkmıştır. Ayrıca,
Onur Hamzaoğlu’nun ne kadar mütevazı olduğunu onu tanıma fırsatı bulan herkes
bilir. Dilovası konusunda aslında herkesin az çok tahmin ettiği şeyi Hamzaoğlu empirik
bir araştırma çerçevesinde bilimsel bilgiye dönüştürmek için, Onur Hamzaoğlu
gerekli girişimlerde bulunmuş ve bu girişimi sonucu ortaya çıkan bilgiyi kamuoyu
ile paylaşmıştır. Bunun bilim etiğine aykırı olmadığını, tersine onun gibi bir
“halk sağlığı uzmanının yapması gereken bir”[2] eylem olduğunu bağımsız
felsefecilerden oluşan bir komisyon da teyit etmiştir.[3] Görüldüğü gibi, Büyük Türkçe Sözlük’ün şarlatan
kelimesine dair vermiş olduğu yukarıda aktardığım tanımlardan hiçbiri, Onur
Hamzaoğlu’nun, Dilovası hakkında bazı bilgileri basın aracılığı ile kamuoyuyla
paylaşmış olması nedeniyle “şarlatan” olarak nitelendirilmesini haklı kılacak
herhangi bir zemin sunmamaktadır. O halde, Onur Hamzaoğlu’nun Dilovası
konusunda yapmış olduğu araştırmadan elde etmiş olduğu bazı bilgileri, konunun
güncel ve durumun acil olmasından dolayı, kamuoyu ile paylaşmış olmasında ne
bilim etiği ne de genel ahlaki değerler açısından yüz kızartıcı her hangi bir
şey yoktur. O halde bu davranışından dolayı, Onur Hamzaoğlu’nun “şarlatan”
olarak tanımlanması her bakımdan temelsiz ve yersiz bir iddiadır.
Şimdi,
yukarıda sergilenenlerin ışığında Onur Hamzaoğlu’nun yapmış olduğu araştırmanın
sonuçlarını kamuoyu ile paylaşmış olmasında -ister araştırma bitmiş olsun,
ister bitmemiş olsun-, bilim etiğine ve ahlaka aykırı herhangi bir şey söz
konusu olmadığını kesinlikle söyleyebiliriz. Fakat buna karşın, yürütmüş olduğu
araştırma bilimsellik kriterlerini yerine getirmiyor olabilir. Bu nedenle Onur
Hamzaoğlu, kamuoyu ile paylaşmış olduğu bilgi bilimsellik kıstasını yerine
getirmemesine rağmen bilimselmiş gibi göstermeye çalıştığı için “şarlatanlık”
suçlaması ile karşılaşmış olabilir. O halde, şimdi Onur Hamzaoğlu’nun
“şarlatanlık” suçlamasını hak edip etmediğine, yapmış olduğu araştırmanın,
ileri sürmüş olduğu bilgi iddiasının bilimsellik kriterlerini yerine getirip
getirmediğine bakarak karar vermeye çalışalım.
II. Bilimsellik ve Şarlatanlık: Onur
Hamzaoğlu Kavramsal Açıdan Bir Şarlatan mıdır?
Burada önce “şarlatan”
kelimesinin kökenine ve anlamına dair kavramımızı yeniden gözden geçirelim.
Kavrama dair anlayışımızı derinleştirmeye ve daha kapsamlı kılmaya çalışalım. Sanırım
ancak böyle bir kavramsal çözümleme ışığında Onur Hamzaoğlu’nun hangi
kategoride, bilimci olarak mı yoksa şarlatan olarak mı görülmesi gerektiği
sorusuna ikna edici bir yanıt verilebilir.
1. Bilimsellik
ve Şarlatanlık Kavramlarına Dair Kuramsal Bir Çerçeve Denemesi
Şarlatan
kelimesinin Türkçe’ye İtalyanca asıl kökeninden çok Fransızca “charlatan”
kelimesinden gelmiş olma olasılığı yüksektir. Zira Büyük Türkçe Sözlük de kelimenin asıl kökeni olan İtalyanca’sına
değil, Fransızca’sına gönderme yapmaktadır. Oysa, şarlatan kelimesi, İtalyanca
“ciarlatano” kelimesinden uyarlanmıştır. Kelimenin kökeni Ortaçağ’a kadar
gerilere gitmektedir ve “sahte”, “sahtekâr” anlamına gelmektedir. Kelimeye 18. Yüzyılın
başından beri değişik ansiklopedi ve sözlüklerde rastlanmaktadır. Bugün artık
bütün dillere yerleşmiş ve uluslararası standart bir kavrama dönüşmüştür.
Sanırım konumuz bağlamında kavramın anlamına dair uluslararası alanda en çok
kabul gören tanım, Almanca Pierer’in
Evrensel Leksikonu (Pierer’s
Universal-Lexion) tarafından yapılmıştır. Buna göre şarlatan, “…kendine
bilgin ve bilge olma görünümü vermesini bilen ve dürüst olmayan araçlar kullanarak
kamuoyunun dikkatini üzerine çekmeye çalışan bir kişidir. Bundan özellikle
kendisini pazar çığırtkanlığı ile belli eden sahtekâr (doktor, hekim –DG)
anlaşılmaktadır.”[4]
O halde bilgin ve bilge olmanın kıstaslarını hiçbir şekilde yerine getiremeyip,
bilgin ve bilge geçinmek, bu amacına ulaşmak için ahlakın bütün kurallarını
çiğnemek, hiçbir şekilde dürüst olmayan araç ve yöntemlerle kamuoyunun
dikkatini üzerine çekmeye çalışmak, “şarlatan” olarak tanımlanmanın
önkoşuludur. Kısacası şarlatan ahlaksız, fütursuz, her şeyin merkezinde olma,
her şeyin kendi etrafında döndüğünü görme tutkusuyla yanıp tutuşan, bunun için
de bilimi kötüye kullanan benmerkezci, sahte, sadece görünüşte bir
“bilimci”dir.
Pierer’in
Evrensel Leksikonu’nun
yaptığı bu şarlatan tanımlamasında bilimciye dair bir negatif tanım saklıdır. Bu
negatif tanımlamaya içkin bir de pozitif bir tanım vardır. Bu tanımı ortaya
çıkartmak, Onur Hamzaoğlu’nun “şarlatan” olarak tanımlanmasının gerçeğe uygun
olup olmadığı sorusuna vermek istediğimiz nihai yanıta bizi bir adım daha
yaklaştıracaktır. Bunun için önce yukarıdaki tanımlamada saklı olan gerçek ve
dürüst bilimciye ilişkin negatif tanımı ortaya çıkarmaya, sonra da bundan hareketle
gerçek bilimciye dair bazı pozitif belirlemeler kazanmaya çalışalım.
Yukarıdaki tanımda şarlatan öncelikle
son derece becerikli ve yetenekli birisi olarak tanımlanıyor. En azından
kendinde olmayan “bilginlik” ve “bilgelik” özelliklerini kendinde varmış gibi
göstermeyi ve buna başkalarının inanmasını başarabilen bir kişidir. Başkalarını
kandırabildiği için, şarlatan aynı zamanda kurnazdır da. O halde şarlatan
kendinde olmayan özellikleri varmış gibi gösterme konusunda becerikli,
yetenekli ve bu konuda başkalarını kandırabildiği, kendine inandırabildiği için
aynı zamanda kurnazdır. Bir başka ifadeyle şarlatan sahtekârdır,
dolandırıcıdır. Beceri ve yeteneklerini kötüye kullanan bir düzenbazdır. Bu
söylenenlerden bilimciye dair ilk
belirlemeyi kazanıyoruz. Eğer şarlatan kendinde olmayan özellikleri varmış gibi
göstermeye çalışan birisi ise ve bilimci şarlatanın yadsıması ise, bir bilgin
ve bilge olarak bilimci sahtekâr değildir.
Albert Einstein 1935 yılında Marie
Curie’nin ölümünden sonra kaleme aldığı kısa bir anma yazısında, bir bilimci
olarak Marie Curie’yi kastederek, insanlığın önde gelen şahsiyetlerinin ahlaki
niteliklerinin “tarihin gidişatı” için “salt entelektüel başarılarından” çok
daha belirleyici olduğuna işaret etmiştir.[5] Einstein’a göre bir
bilimcinin ahlaki niteliği, onun entelektüel özelliklerinden önce gelir. Bir
bilimciyi bilimci yapan, her şeyden önce onun ahlaken dürüst olmasıdır. Bu
nedenle bilimci, ancak dürüst olabildiği oranda gerçeği araştırabilir ve
gerçeğin bilgisine ulaşabilir.
Bu özelliğiyle bilimci, yine
Einstein’dan aktararak belirtecek olursak, “insanın en yüce niteliklerinden
birisi” olan “gerçeği arama ve (gerçek –DG) bilgiye ulaşma”[6] çabasına kendi yaşamıyla
anlam kazandıran kişidir. Bu nedenle onun, şarlatanın tersine, kimseyi
aldatmasına gerek yoktur. Tam tersine bilimcinin şarlatanlığa karşı vermiş
olduğu kavgayı, Einstein’ın İsaac Newton’u betimlemesinden hareketle, ancak “insanlığın
büyük toplumu”nun (Adam Smith) tarihnin sahnesinde “hakikat uğruna verilen
ezeli-ebedi kavga”[7]
olarak kavrayabildiğimiz oranda, bilimciyi de gerçekten anlamaya başlayabiliriz.
Onun en büyük kazancı, gerçeğin bilgisine ulaşmak ve bunu insanlığın hizmetine
sunmaktır. Bu konuda bilimci her ne ise, odur.
Eğer şarlatan sahtekâr ise -ki verilen
bütün tanımlara göre öyledir-, sahtekârlık kurumunun yadsıması dürüstlüktür. O halde, bir bilimci her şeyden önce yetenek
ve becerileri konusunda dürüsttür. Bu özellik ona gerçeği araştırıyor
olmasından dolayı gelir. Bir bilimci, bu konuda da her ne ise, odur. Bu nedenle
bilimci -bir şarlatanın tam tersine- ahlaken her şeyden önce dürüsttür. Bu bir bilimcinin birinci olumlu özelliğidir.
Şarlatan dürüstlüğün ne olduğunu bilir;
fakat, kurnazlığı ve sahtekârlığı dürüstlüğe tercih eder; çünkü kaçınılmaz
olarak toplumun genel çıkarlarıyla çelişen bencil emellerini ancak sahtekârlık
ilkesine dayanarak gerçekleştirebilir. Bir bilimci ise sahtekârlığın ne
olduğunu bilir; fakat (şarlatanın tam tersine) dürüstlüğü sahtekârlığa tercih
eder. Her ikisi de tercihlerini son derece bilinçli yapar. Fakat şarlatan
sahtekârlığını dürüstlükmüş gibi göstermeye çalışırken; bilimci, bu konuda her
ne ise, o olduğu için, onun kimseyi aldatmasına ve bu konuda kendisini inandırıcı
kılmaya çalışmasına hiç gerek yoktur. Bu nedenle şarlatan, ilkesel olarak
kendisini hep olduğunun tersi olarak göstermek zorundadır. Bir başka ifadeyle, şarlatan
yapmış olduğu tercihe göre, ilkesel olarak hep kurnazlık ve düzenbazlık ilkesine
dayanarak davranmak zorundadır. O, bütün işlerini tercihi gereği hep
sahtekârlıkla halletmek zorunda kalır. Bu nedenle şarlatan, kurnazlık ilkesini
temel alır. O halde, bundan bilimci hakkında şarlatanı olumsuzlayan ikinci sonucu çıkarabiliriz. Gerçek bir
bilimci, ilkesel olarak kurnazlık ilkesini temel alan birisi değildir. Peki,
eğer bir bilimci kurnazlık ilkesini temel alan birisi değilse, düşünce ve
davranışlarında karar verirken neyi temel alır, hangi ahlaki ilkeye göre
davranır? Bilimci elbette ancak samimi olabilir ve aklın ilkelerine dayanarak
davranabilir. Yukarıda anmış olduğumuz, felsefecilerden oluşan ‘bağımsız
komisyon’, Onur Hamzaoğlu’nun davranışının bilim etiğine aykırı olmadığını
açıklarken, aslında aynı zamanda onun aklın ilkelerine sadık davrandığını
açıklamış oldu. Yani Onur Hamzaoğlu, bu açıklamasıyla toplumun önünde duran can
alıcı bir sorunun varlığına işaret etmekle, son derece ve dürüst davranmıştır. Bu
bakımdan onun bu davranışı, akıllı davranmıştır. Bundan kastedilen nedir?
Bundan kastedilen şudur: bilimci -ki ona bilimci olduğu için aynı zamanda bilgin
de denir-, kavramın tanımı gereği aynı zamanda bir bilgedir. Zira bilimci
sadece araştırma yapmak için gerek duyduğu yöntem sorusuna yanıt ararken
felsefenin araç ve gereçlerine başvurmaz. O aynı zamanda topladığı araştıma
verilerini bütünlüklü bir bilgiye dönüştürürken de felsefenin en başta
mantıksal (örneğin analiz etme, soyutlama, sentezlme gibi) araçlarına başvurmak
zorundadır. Bu nedenle bir bilge olarak bilimci, her şeyden önce aklın
ilkelerine, öngörülerine ve önkabüllerine göre karar verip davranır. Bu onu anı
zamanda her bakımdan samimi bir kişi
yapar. Şarlatan, burada söz konusu olan bilimsel anlamda akıllı olmanın ne
olduğunu bilir; fakat, kurnaz davranmayı (başkalarını bilinçli ve hesaplı
olarak oyuna getirmeyi, aldatmayı) tercih eder. Bir bilimci kurnazlığın ne
olduğunu bilir; fakat bilinçli olarak samimi olmayı ve kavramın bilimsel
anlamında ‘akıllı olmayı’, vicdanının sesine kulak vermeyi tercih eder. Aklın
ilkelerine aykırı davranarak gerçeği araştırmak mümkün değildir çünkü. Bu
konuda da bilimci, her ne ise, odur. O halde, bilimci samimi ve akıllıdır. Bu, bilimciye dair şarlatan kavramını yadsıyarak
kazandığımız ikinci olumlu özelliktir.
Yukarıda aktardığım betimlemede
şarlatanın “kamuoyunun dikkatini üzerine çekmek” için çabaladığı ifade
edilmektedir. Dikkatleri üzerine çekme isteği aslında son derece masum bir
duygudan kaynaklanmaktadır. Bu, herkesin
kendisine has farkları üzerinden kamu nezdinde kabul görme, tanınma çabasıyla
ilgilidir ve bu son derece ‘doğal’ duygusal bir gereksinimdir. Bilim tarihçisi
John Desmond Bernal’ın belirttiği gibi, özellikle sanatçılarda ve bilimcilerde
“güçlü” olan bu duygu aslında “bütün insan edimlerinin ortak özelliğidir”; bu,
bütün insan edimlerine içkindir ve tatmin edici bir iç haz duygusu vermektedir.
İnsan bu duyguyu başta düşün edimlerinden dolayı yaşar. Fakat yaratıcı edimlerinde
daha fazla. Örneğin, “kelimelerin, seslerin veya renklerin yeni kombinasyonu”
ile yaratılanda veya “hâlihazırda doğada olan kombinasyonların keşfedilmesinde”[8]. O halde, başkalarının
dikkatini üzerine çekip haz duyma çabası, birçok başka canlıda da gözlenen
doğal ve masum bir duygudan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, bir şarlatanın bu son
derece doğal ve otantik olan duygusal gereksinimi, dikkatleri üzerine çekerek
gidermeye çalışması, son derce doğaldır. Bunda kesinlikle ahlaki açıdan yüz
kızartıcı bir şey yoktur. Sorun, şarlatanın gösteriş düşkünü olmasındadır.
Sorun, şarlatanın bu otantik duygusal gereksinimi gidermek için başvurduğu kesinlikle
dürüst olamayan araçlar ve bu araçları kullanış biçimindedir. Sorun, onun bu
duyguyu kendisinde olmayan yetenekleri varmış gibi gösterip, tatmin etmeye
çalışmasındadır. Sorun, onun bunu yaparken de kendini inandırıcı kılabilmek
için dürüst olmayan yol ve yöntemlere başvurmasındadır.[9] Ona ‘sahtekâr’ sıfatının
yüklenmesinin, onun ‘şarlatan’ olarak tanılanmasının nedeni de budur.
Bir bilimci de doğal olarak yeteneklerinden,
becerilerinden ve bunları toplumun (insanlığın) hizmetine sunduğundan dolayı toplum
nezdinde kabul görmek ve onurlandırılmak ister. Fakat bunun için bilimci,
yetenek ve becerilerini her gün ve her yerde gösteriş için kullanmaz,
yeteneklerinden dolayı çığırtkanlık yapmaz. Eğer onurlandırılacaksa,
-şarlatanın tersine- gerçek beceri ve yeteneklerinden dolayı onurlandırılmak
ister. Aynı şekilde bilimci gösteriş düşkünü, yardakçı (popülist) ve kendini
beğenmiş birisi değildir. O gerektiğinde Marie Curie gibi, doğru olduğuna
kanaat getirdiği yolu dar kafalılığa düşmeden “uzlaşmaz” ve “büyük azimle”
takip eder.[10]
Aksi takdirde bir bilimcinin yeniyi ortaya çıkarması nadiren mümkün olabilir. Bu
nedenle bilimci aynı zamanda son derece mütevazı birisidir. Einstein’ın,
yukarıda andığım Marie Curie’yi anmak için kaleme aldığı kısa yazısında, onun
dürüstlüğünün yanında, “mutlak alçak gönüllü”[11] oluşuna işaret etmiş
olması son derece önemlidir. Zira gerçeğin ne olduğunu araştırmak, her şeyden
önce dürüst olmayı gerektirir. Fakat gerçeği araştırmak aynı zamanda başarısız
olunabileceğini, yanılınabilineceğini, aradığımız gerçeği başkalarının
bulabileceğini baştan kabul etmekle, yani alçak gönüllülük ile mümkündür.
Kışkırtılmış bir kişiliğin gerçeği araştırması ve gerçeğin bilgisine ulaşması
mümkün değildir. Zira kışkırtılmış bir kişiliğe sahip birisinin gözleri hırstan
çoktan kapanmıştır. Bu nedenle, gereçek bir bilimcinin kişiliği açısından
dürüstlük ve alçak gönüllülük, birbirini tamamlayan ahlaki erdemlerdir. O halde,
mütevazı olmak bilimcinin -şarlatan
betimlemesinden kazandığımız- üçüncü olumlu
özelliğidir. Bilimci, bu konuda da her ne ise, odur.
Şimdi Pierer’in Evrensel Leksikonu’nun önermiş olduğu tanım ile Büyük Türkçe Sözlük’ten yukarıda
aktardığım ikinci tanımı beraber düşünelim. Bu, şarlatan kavramının Ortaçağda
ilk oluşurken kazanmaya başladığı orijinal anlama geri götürecek ve bilimciye
dair onda saklı olan başka bir anlamı daha ortaya çıkarmaya yardımcı olacaktır.
Anlatılan hikâyeye göre, İtalya’da Spoleto yakınlarında küçük bir yerleşim birimi olan
Cerreto sakinleri beceri ve yeteneklerini yaygın olarak başkalarını
aldatarak kişisel ün ve para elde etmek amacıyla kullanırmış. Şarlatan anlamına
gelen İtalyanca ciarlatano (ciarlatana f), Cerreto adından
da esinlenerek boş laf kalabalığı yapmak anlamına gelen ciarlare
fiiliden uyarlanmıştır. İtalyanca’da ciarlatano kelimesi dürüst olmayan
yol ve yöntemle, araç ve gereçle hem ün hem de para elde etmek isteyenleri
tanımlamaktadır. Pierer’in Evrensel
Leksikonu’nun verdiği tanımda şarlatanın daha çok ilk özelliğine, yani ‘her
türlü yol ve yönteme, araç ve gerece başvurarak kamuoyunun dikkatini üzerine
çekip ün ve nam elde etmeye çalışan kişi’ anlamına vurgu yapılmaktadır. Büyük Türkçe Sözlük’ün vermiş olduğu
tanımda ise, kavramın ‘her türlü yol ve yönteme, araç ve gerece başvurarak
başkalarının cebinden para çekip, zengin olmaya çalışan kişi’ anlamına da dikkat
çekilmektedir.
Her iki tanım da şarlatanı farklı açılardan
bencil birisi olarak tasvir ediyor. Pierer’in
Evrensel Leksikonu’nun tanımında şarlatan, duyguları bakımından benmerkezci
olarak betimleniyor. Buna göre şarlatan belli bir duygusunu tatmin edebilmek
için bütün yol ve yönteme başvurmaya, her türlü araç ve gereci kullanmaya,
gerekirse başkalarının hakkını gasp etmeye hazır bir kişidir. Büyük Türkçe Sözlük’ün tanımı ise,
şarlatanı, toplumsal zenginliğin kullanılması bakımından bencil birisi olarak
tanımlıyor. Sonuç itibariyle şarlatan her bakımdan bencil (benmerkezci)
birisidir. Benmerkezci ya da bencil düşünmenin en temel özelliği, yansısal (reflective) ya da dolayımlı olmamasıdır.
Başka bir ifadeyle, bencil düşünme, doğrudan (dolayımsız), dar kafalı, her
türlü eleştirel düşünüme biçiminden uzak bir düşünme biçimidir. Bu bakımdan
şarlatan eleştirel ve özeleştirel olmayan, hatta sıkça düşündüğü ve
yaptığı/ettiği şeyin doğru mu, yoksa yanlış mı olduğunu tartmayı dahi ret eden
bir kişidir.
Bu betimlemeden hareketle bilimcinin kim
olduğuna dair iki karakter özelliğine daha ulaşmış oluyoruz. Bunlardan ilki,
şarlatanın olumsuzlaması olarak bilimcinin kendisini toplumsal bir varlık
olarak kavraması ile ilgilidir. Eğer şarlatan bilimcinin sahip olduğu kişiliğin
tam tersini temsil eden bir kişiliğe sahip ise ve eğer şarlatanı tanımlayan
özelliklerden birisi bencillik ise, o zaman, bunun yadsıması olarak bilimci,
her şeyden önce bencil olmayan bir kişidir. Olumlu ifade edecek olursak;
bilimci her insan gibi (şarlatan da dâhil olmak üzere) toplumsal olan,
toplumsal bir varlık olduğunu bilen ve (şarlatandan farklı olarak) toplumsal
sorumluluk duygu ve düşüncesiyle davranan kişidir. Başka bir anlatımla bilimci,
emeğinin, Karl Marx’ın deyimiyle, “genel emek” olduğunun bilincinde olan ve
gerçek “genel emekçi” olarak toplumsal bilinç ve sorumluluk duygusuyla
davranabilen kişidir.
Bu ne demektir? Şöyle betimliyor Marx
bilimsel emeği: “Bütün bilimsel emek, genel emektir, bütün keşifler, bütün
buluşlar. Genel emek, kısmen yaşayanlarla işbirliğini, kısmen eskilerin
emeğinin kullanımını şart koşar.”[12] Belki Marx’ın bu belirlemesine
karşı, bunun bütün ‘meslekler’ için geçerli olduğu ileri sürülerek karşı
çıkılabilir. Gerçekten de genel emek olmayan hiçbir emek türü yoktur. Fakat bilimcinin
mesleği diğer mesleklerden farklı olarak gerçekten sadece toplumsal gereksinime
yanıt vermeyi amaçlayan ve toplumsal gereksinime yanıt verebildiği oranda da
varolabilen ve ilerleyebilen bir meslektir. Bir bilimci örneğin bir marangoz
gibi ‘şu masayı da kendime yapayım’ ya da bir kasap gibi sattığı etten ‘şu eti
de kesip kendime ayırayım’ diyebilecek durumda değildir. Onun araştırmaları,
yaptığı deneyleri, bulunduğu gözlemleri, geliştirdiği hiçbir şey onun kendisine
pay ayırmasına izin vermez. Onun yaptığı her şey, kaçınılmaz olarak genele (topluma)
hizmet edebildiği oranda bir anlam ifade eder.
Bu özelliğiyle bilimci, bir filozofa ve
sanatçıya benzer. Filozof’un yaptığı her şey de sadece ve sadece gerçeğe dair
ise mevcut bilimsel bilginin ışığında gerçeğe uygun ise ve toplumsal bir
gereksinime cevap verebiliyor ise bir anlam ifade eder. Aynı şekilde sanatçının
ortaya koyduğu eser, her ne kadar güçlü bir fantezinin ürünü olmak zorunda olsa
da, bilime, diyalektiğe (felsefeye) ve ahlaki bir değer olarak dürüstlüğe/doğruluğa
uygun olduğu oranda güzeldir ve böylelikle bir sanat eseri olarak bilimin
keşifleriyle ve felsefenin düşünümleriyle birlikte “yaşama içerik”[13] ve anlam kazandırabilir.
Burada Einstein’ın Marie Curie’ye dair
yapmış olduğu başka bir betimlemeyi hatırlatmak kuşkusuz yerinde olacaktır.
Einstein’a göre -ki yirmi yıllık yakın bir dostluk sırasında yapılan gözlem
sonucu ifade edilen bir kanıdır bu-, Marie Curie kendisini “toplumun hizmetçisi”
(“servant of society”) olarak görürdü. Tabi burada “toplum” ile kastedilen
insanlıktır. O halde, bilimci, toplumsal
konumu gereği son derece bilinçli olarak toplumsal sorumluk duygu ve
düşüncesiyle davranan kişidir. Bu da bilimcinin şarlatanı yadsıyan dördüncü
özelliğidir. Bu konuda da bilimci, her ne ise, odur.
Konumuz
bağlamında bilimciyi şarlatandan tam olarak ayırt edebilmek için bu iki
kişiliği birbirine zıt kılan iki özelliğe daha işaret etmemiz gerekiyor.
Bunlardan ilki, şarlatanın ve bilimcinin yaşam tarzlarını belirleyen temel
ilkeyle ilgilidir. Bu iki zıt kişilik arasındaki ayırt edici diğer özellik, bunların
motiflerini, amaçlarını ve araçlarını sergileme biçimiyle ilgilidir.
Yukarıda hem şarlatanın hem de
bilimcinin son derece yetenekli ve becerikli kişiler olduğuna işaret etmiştim.
Şarlatan gerçeğin ne olduğunu bilebilir. Tam olarak bilmese bile tahmin
edebilir. Hiçbir şey bilmiyorsa, en azından onun nerede aranması gerektiğine
ilişkin bir önsezisi vardır. Gerçeğin hangi araç ve gereçlerle aranması
gerektiği konusunda muhakkak bir fikri vardır. Buna karşın şarlatanın gerçeği
arama diye bir kaygısı olmaz. O, gerçeğin ne olduğu sorusuna en fazla bu
kendisi için hızlı kişisel ün ya da kazanç sağlayacaksa ilgi duyabilir. Bu
nedenle şarlatanın gerçek ya da hakikat ile kurduğu ilişki sadece kişisel çıkarı
gözeten araçsaldır. Bunun dışında şarlatan gerçeği andıran ya da gerçek süsü
verilmiş bilgiyi gerçek bilgiymiş gibi sunup pazarlayarak hem kamuoyunun
dikkatini üzerine çekmeye hem de pazarladığı şeyden kişisel kazanç elde etmeye çalışır.
Bu bakımdan şarlatanın diğer insanlarla kurduğu ilişki de sadece çıkar ilkesine
dayalıdır. Yani şarlatan, bilimcinin yukarıda belirtilen özelliklerinden en
başta birinci, ikinci ve beşincisine ters düşer. Bunlar bilimin ve bilimcinin
gerçeği aramak ve böylelikle toplumun gereksinimlerinin karşılanmasına yardımcı
olmak üzere varolduğunu gösteren ilkeleridir. Diğer bir deyişle şarlatan,
zekâsını ve bilgisini, yetenek ve becerisini kendi kişisel istek ve çıkarları
için kötüye kullanır. Başkalarını, dürüst olmayan kendi kişisel emelleri için
kullanır. Bu nedenle şarlatan ahlaki bakımdan ilkesel olarak kötüdür. Onun yaşamına anlam veren şey
budur: kötülük. Eğer şarlatanın yaptıkları
ve ettikleri iyi sonuçlara vesile olursa, bu hiçbir şekilde bilinçli istenen ya
da arzulanan bir sonuç değildir. Tersine, bu, kesinlikle kazaradır. Bilimci
şarlatanın tam zıddı bir kişi olduğu için, tahmin edilebileceği gibi, kötü
birisi olamaz. Şarlatanın tersine, bilimci, ahlaki bakımdan ilkesel olarak
iyidir; iyi olmak, ahlaken onun yaşamına anlam bir erdemdir. Bu nedenle o, zekâ
ve bilgisini, beceri ve yeteneklerini kesinlikle bilinçli olarak kötüye
kullanmaz. Platon’dan öğrendiğimize göre düşünsel kaynağı Sokrates olan fakat
halk arasında yaygın ‘iyiden kötülük gelmez’ özdeyişi en başta bilimci
bağlamında bir anlam ve geçerlilik kazanmaktadır. O halde, bilimci, ahlaki
kişilik olarak iyi olmaktan başka bir şey olamaz. Bu da bilimcinin şarlatanı
yadsıyan beşinci özelliğidir.
Bilimci, bu konuda da her ne ise, odur.
Yukarıda şarlatanın ve bilimcinin
birbirine tamamıyla zıt açıkça beş karakter özelliğine işaret edildi. Daha
doğrusu şarlatana ilişkin yapılan temel bir belirlemenin çözümlemesi sonucu,
onun tanımında onun karşıtı olan bilimciye dair saklı olan beş temel özellik
ortaya çıkarıldı. Şarlatan, sahtekârdır,
düşünce ve davranışlarında karar verirken kurnazlık
ilkesinden hareket eder, gerçeği çarpıtır, her bakımdan bencildir ve sonuç olarak şarlatan bunlardan dolayı ahlaki kişilik
olarak KÖTÜdür. Bunun karşısında bilimci her şeyden önce dürüsttür. Onun sahtekârlıkla olumlu anlamda herhangi bir
ilişkisinin olması mümkün değildir. Bu en başta onun zihniyetinden ve gerçeği
araştırma ve gerçeğin bilgisine ulaşma çabasından kaynaklanmaktadır. Bilimcinin
gerçeği arıyor ve araştırıyor olması, gerçeğin bilgisine ulaşmaya çalışması,
düşünce ve davranışlarında onu, karar verirken, kaçınılmaz olarak aklın
ilkelerine göre davranmaya iter. Ya da aklın ilkelerine göre davranmak
gerektiğine dair bir kanıya/hükme ulaşmak, bilimciyi gerçeğin bilgisine ulaşmak
için çabalamaya iter. Bundan dolayı bilimci ilkesel olarak akıllıdır. Yaptığı araştırma ve incelemelerini, kişisel ün ve
zenginliği için değil, topluma (insanlığa) hizmet etmek amacıyla yapar. Eğer bilimci
üne kavuşacaksa, toplum nezdinde kabul görecekse, onun hayatına anlam veren amacını
gerçekleştirebildiği oranda kabul görmek ister. Bu nedenle bilimci, her
düşündsel ve pratik davranışında toplumsal
sorumluluk ilkesinden hareket eder. Sonuç olarak: bütün bunlardan dolayı
bilimci ahlaki kişilik olarak İYİdir. Bu özelliklerinden dolayı gerçek bir bilimci
bütün düşünce ve davranışlarında, edim ve ereklerinde, seçmiş olduğu
araçlarında ve bunları kullanış biçiminde ilkesel olarak hep açık ve şeffaftır. Bilimci olsun ya da olmasın, bilimci, diğer insanlarla
kurduğu ilişkilerde ilkesel olarak samimidir.
Etrafındaki bütün ilişkilerinin dürüstlük ve şeffaflık ilkesine göre
şekillenmesine özellikle özen gösterir. Kısacası bilimci, her zaman, her yerde
ve her bağlamda hep her ne ise, odur.
Peki
şarlatan? Şarlatan düşünce ve davranışlarında, edim ve ereklerinde açık
olabilir mi? Kesinlikle hayır. Şarlatan asla açık olamaz. O, kurmuş olduğu
ilişkilerinde dürüst ve samimi olmadığını açıkça söyleyebilir mi? Aklın ilkelerine
göre değil, fakat kurnazlık ve düzenbazlık ilkesinden hareket ettiğini ve
böylelikle herkesi gerçek motifleri konusunda aldatmaya çalıştığını açıkça
beyan edebilir mi? Bir şarlatan asıl amacının insanlığa hizmet etmek
olmadığını, tersine, sadece ve sadece kendi ünü ve kişisel zenginliği ile
ilgili olduğunu açıkça teslim edebilir mi? Bir şarlatan, ortaya attığı bilgi
iddiasının gerçeğe uygun olmadığını herkesin önünde açıkça söyleyebilir mi?
Elbette hayır. Şarlatan, bütün davranışlarında kurnazlık ilkesini temel alır;
yaptığı her iş, bilimsel ve felsefi ilkeler açısından, toplumun ve insanlığın
çıkarları açısından irrasyoneldir, akıldışıdır. Fakat o, kabul görebilmek için,
aklın ilkelerine dayandığını ileri sürmek zorundadır. Şarlatan, gerçeği araştırmaz,
fakat yalan ve dolanını asıl gerçekmiş gibi göstermeye çalışır. Yoksa, gerçek
diye yutturmaya çalıştığını, kazanç amaçlı pazarlayamaz. Şarlatan bütün
yaptıkları ve ettiklerinde hep kişisel ün ve zenginliğini amaç edinir, fakat
bunu toplumun yararınaymış gibi göstermeye çalışır. Şarlatan görünüşte
dürüsttür, aslında yalancı ve dolandırıcıdır. Zihniyeti kötüdür, fakat herkesi,
kendisinin “tanrının en iyi kulu” olduğu konusunda ikna etmeye çalışır. Yani
şarlatan hep asıl düşündüğünün ve istediğinin, yaptığının ve ettiğinin tam
tersini düşünüyormuş ve istiyormuş, yapıyormuş ve ediyormuş gibi yapar.
Kısacası, bir şarlatan, yanlış bir hayat yaşar, hep görünüşte olduğunun
tersidir ya da başka bir deyişle hep asıl olduğunun tersiymiş gibi görünmek
zorundadır. O halde, şarlatan, motifleri, amaçları ve amaçlarını
gerçekleştirmek için kullandığı araçları konusunda ilkesel olarak kapalı ve karanlıktır.
2. Onur
Hamzaoğlu Kavramsal/Kuramsal Açıdan Bir Şarlatan mıdır?
Şimdi
yukarıda şarlatanlık ve bilimsellik kavramlarına dair sunduğumuz belirleme ve çözümlemenin
ışığında Onur Hamzaoğlu’nun bu tablonun nereye konması gerektiği sorusuna
dönebiliriz. Bu soruya yanıt az çok doyurucu bir yanıt verebilmek için, Pınar
Öğüç’ün Onur Hamzaoğlu’na yönelik yapılan suçlama hakkında kendisiyle yaptığı yukarıda
andığım röportajda, bir bilim kurumu olarak üniversitelere ilişkin
değerlendirmelerini de içeren açıklamasına yakından bakmak gerekmektedir. Şöyle
diyor Onur Hamzaoğlu kendi bilimci kimliğine yönelik saldırıyı
değerlendirirken:
“Benim üzerimden
herkese verilmek istenen mesaj şu: Etliye sütlüye karışmayacaksınız. Bunu
hükümet ve üniversite ilişkileri çerçevesinde değerlendirmek lazım. Üniversitede
bile farklı sese tahammülün olmadığı bir dönemdeyiz. Bırakın eleştirel görüşü,
ampirik, doğrudan sayısal verilere bağlı çalışmalar bile reddedilebiliyor. Anne
sütü, bebek kakaları ve havaya dair verdiğimiz rakamlar benim özel
laboratuarımdan değil. Kamunun, uluslararası standartlardaki iki ayrı
laboratuarının sonuçları. Ben gerçeğin üzerindeki örtünün kaldırılmasına
aracıyım sadece.”[14]
Şimdi bu pasajın bazı
cümlelerine yakından bakıp tartışmamız açısından bir bağlama oturtmaya çalışalım.
Onur Hamzaoğlu “Benim üzerimden herkese verilmek istenen mesaj şu: Etliye
sütlüye karışmayacaksınız” derken aslında kendisinin toplumsal sorumluluk bilinci
ile davranan bir bilimci olarak davrandığını ve kendisine yapılan şarlatanlık
suçlamasıyla sindirilip bundan vazgeçirilmek istendiğini belirtiyor. Fakat aynı
şekilde toplumsal sorumluluk bilinci taşıyan bir bilimci olarak kendisine
yapılanların başkalarını da caydırmak amacıyla kullanılmak istendiğine işaret
ediyor. O halde, Onur Hamzaoğlu bilimciyi (elbette bir halk sağlıkçısı olarak kendisini
de) her şeyden önce toplumsal sorumluluk bilinciyle davranması gereken birisi
olarak tanımlıyor. Hamzaoğlu’nun bu
tanımı, yukarıda sergilediğimiz şarlatanın ilkesel olarak bencil (benmerkezci)
olduğu ilkesine aykırıdır. Bu açıdan, bilimin, örneğin Max Weber’in iddia
ettiği gibi “değer yargısız” (“wertfrei”) ya da diğer bir deyişle ‘değer
yargısından arındırılmış’ olması mümkün değildir. Bu, nesnellik adına talep
edilse bile. Tam tersine, örneğin Agnieszka
Lekka-Kowalik’in ortaya koyduğu gibi, bilimlerin ve
bilimcinin toplumsal sorumluluğunu yerine getirebilmesi için bilimin kaçınılmaz
olarak “değer yüklüğü” (“value ladenness”) baştan kabul etmesi gerekmektedir. Lekka-Kowalik’e göre, Max Weber’in yaptığı gibi:
“Bilimin
rasyonalitesini araçsal rasyonaliteye indirgemek, bilimcileri, ödeyebilenler
tarafından ‘kiralanabilir zihinler’e indirgeme sonucuna götürür; ve bu onları
‘makinaya benzer” yaratıklara indirgeme sonucuna vardırır –ki bu onları,
eylemlerinin ahlaken kabul edilebilir olup olmadığını sorgulamadan araçsal
rasyonalitenin zorunlu olarak işaret ettiği araçlara göre davranmaları demektir.”[15]
Ne var ki:
“araştırma sonuçlarının
bilgi edinmek (cognitive) ile ilgili sorumluluğunu üstlenen, fakat kişilerin ve
toplumların iyiliği için çalışma yükümlülüğünü gözardı eden bilimciler, büyük
bilimciler değildir, çünkü onlar aslında bilimin özünü gözardı etmektedirler.”[16]
O halde, Onur
Hamzaoğlu, çağdaş bilim kuramcılarının ve bilim etikçilerinin Weberci bilim
etiğine karşı günümüz için yeniden tanımladıkları son derece güncel bir bilim
etiğinin ilkelerini temel almaktadır ve karar verip davranmaktadır. Aslında bu bile tek başına Onur
Hamzaoğlu’nun şarlatan olarak tanımlanmasının büyük bir suç olduğunu göstermeye
yeter.
Onur Hamzaoğlu kendisine karşı yapılan suçlamanın yarattığı
ortamı betimlerken de kendisini eleştirel bir bilimci olarak tanımlıyor: “Üniversitede bile
farklı sese tahammülün olmadığı bir dönemdeyiz. Bırakın eleştirel görüşü,
ampirik, doğrudan sayısal verilere bağlı çalışmalar bile reddedilebiliyor.” Onur
Hamzaoğlu bu sözleriyle, birer bilim yuvası olması gereken üniversitelerin hoşgörü
ve eleştirel bilinçten yoksun olduğuna işaret ediyor. Dolayısıyla bilimcinin
ancak ve ancak eleştirel olabildiği oranda bir bilimci olma kıstasını yerine
getirebileceğini belirtiyor, ki bu, onun, yukarıda sergilendiği gibi ilkesel olarak
pozitivist olmak zorunda olan herhangi bir şarlatandan düşünsel olarak ne kadar
uzak olduğunu gösteriyor. Gözlemine şu sözlerle devam ediyor Onur Hamzaoğlu: “Anne
sütü, bebek kakaları ve havaya dair verdiğimiz rakamlar benim özel
laboratuarımdan değil. Kamunun, uluslararası standartlardaki iki ayrı
laboratuarının sonuçları. Ben gerçeğin üzerindeki örtünün kaldırılmasına
aracıyım sadece.” Onur Hamzaoğlu yukarıda aktardığım pasajın bu bölümünde iki
şeye birden işaret ediyor. Bir; yapmış olduğu açıklamalarda kullanmış olduğu
empirik bilginin laboratuarlarda yapılan analizlerden elde edildiğini
belirtiyor. Hamzaoğlu böylelikle açıklık ve şeffaflık ilkesinden hareketle bilgi
kaynağını açıkça belirtmiş oluyor. Şimdiye kadar hiçbir şarlatanın bilgi
kaynaklarını açıkça ortaya koyduğu görülmemiştir. İki; Onur Hamzaoğlu’nun bu
belirlemesinde yapmış olduğu ikinci açıklama, onun şarlatan mı olduğu yoksa
bilimci mi olarak tanımlanması gerektiği konusunda bir kanıya varmak için en az
birinci açıklama kadar önemlidir. Hamzaoğlu, “Ben gerçeğin üzerindeki örtünün
kaldırılmasına aracıyım sadece” diyor. Böylelikle Hamzaoğlu bir bilimci olarak
hem gerçeği aradığını hem de Dilovası somut durumunda bir bilimci olarak yapmış
olduğu araştırmayla gerçeğin üzerinde hüküm süren “sis perdesini” araladığını söylüyor.
Onur Hamzaoğlu’nun Radikal gazetesinde yayınlanan bu sözleri, kendisini bir
şarlatan değil, bilimin amacına ve bilimsel etiğin ilkelerini son derece sadık
bir bilimci olarak tanımlanması gerektiğini gösteriyor.
Onur Hamzaoğlu’na yönelik şarlatanlık suçlamasının
gerçeği ne oranda yansıttığını bu bağlamda görebilmek için son olarak yukarıda
aktardığım açıklamasının ikinci bölümüne göz atmamız gerekiyor:
“Artık sizden beklenen, katma değer yaratan araştırmalar.
Teknoparklarda şirket kuracaksınız, patent çalışmaları yapacaksınız. Benim
çalıştığım alan bir sorun tanımlıyor. Ve her aşaması para. Daha pahalı
hammadde; para; teknoloji yenilenecek, para; arıtma sistemi kurulacak, para...
Üniversitenin ürettiği araçlar sermayeye yeni bir getiri sağlamayacaksa kabul
edilmiyor. Halk sağlığı söz konusu olsa da...”
Hamzaoğlu’nun bu
sözlerinden sonra yukarıda şarlatanın kim olduğuna dair aktardığım sözleri
hatırlayalım. Yukarıdaki tanımda şarlatan, kendi beceri ve yeteneklerini kendi
kişisel zenginliğini artırmak amacıyla kullanan kişi olarak betimlenmişti. Onur
Hamzaoğlu bu sözlerinde, bırakalım beceri ve yeteneklerini para kazanmak için
kullanmayı, tam tersine, bugünkü üniversitelerin örgütleniş biçiminin
bilimcileri, beceri ve yeteneklerini para kazanmak ve sermayeye kar ettirmek
için kullanmaları konusunda cesaretlendirdiğini ileri sürüyor. Bu, birer bilim
yuvası olmakla yükümlü olan üniversiteler için son derece kaygı verici
öngörüleri içinde barındırmaktadır.
III. Onur Hamzaoğlu Bilimsel Yöntem ve
Araçlar Bakımından Bir Şarlatan mıdır?
Yukarıda
Onur Hamzaoğlu’nun şarlatan olarak suçlanmasının gerçeğe uygunluğunu en az iki
açıdan, edinmiş olduğu bilgiye karşı davranışı ve bilimcinin (bilimin) neliği
açısından ele alıp inceledim. Her iki bağlamda da ulaştığımız sonuç ortadadır: Onur
Hamzaoğlu’nu şarlatanlıkla itham etmek, aslında bir kurum olarak bilime karşı
işlenmiş bir suçtur. Yazının bu bölümünde Onur Hamzaoğlu’nun bilgi edinirken
başvurmuş olduğu yöntem ve kullanmış olduğu araçlar bakımından şarlatan olarak
nitelendirilmesinin gerçeğe uygun olup olmadığına bakacağım. Burada karar
vermek için başvuracağım kıstas, bilgi edinim sürecinde başvurulan yöntem ve
kullanılan araçlar bakımından açıklık.
Şimdiye kadar şarlatana ve bilimciye
dair söylediklerimizi bu bölümün konusu açısından derleyecek olursak: şarlatan
düşünce ve davranışlarında hep olduğunun tersi olmak, ilişkilerinde ve
açıklamalarında gerçek motif ve amacını saklamak zorundadır. Buna karşın
şarlatan ilişkilerinde herkes gibi inandırıcı görünmek için büyük çaba harcar.
Fakat gerçek motif ve amaçlarında dürüst ve samimi olanlardan farklı olarak
şarlatan, inandırıcı olabilmek için hikâyeler uydurmak, destanlar dizmek,
mitoslar yaratmak zorundadır. Şarlatan bu bakımdan “din adamı” olarak
adlandırılanlara benzer. Bir kurum olarak dinin kaygısı “ezeli-ebedi”
gerçeklerin varlığını kanıtlamak ve bunları muhafaza etmektir. Şarlatan da
uydurduğu hikâyeleri, dizdiği destanları ve yarattığı mitosları
gerekçelendirebilmek için farklı biçimlerde “doğaüstü güçlere” atıfta bulunmak,
hatta kendi güçlerini doğaüstü güçmüş gibi göstermeye çalışmak, anlattığı
hikâyeleri ezeli-ebedi gerçeklermiş gibi lanse etmek zorundadır. O, hikâyelerine
ancak bu şekilde inandırıcılık kazandırabilir.
Ne var ki felsefe ve bilimler tarihinin
gösterdiği gibi, “gerçek”, biriken deneyimimiz, artan bilgimiz, değişen bakış
açımıza göre değişmektedir. Bu nedenle “gerçek” ancak tarihsel olabilir.
Bilimci ve giderek bilimsel düşünen herkes en başta bunun bilincinde olmak
zorundadır. “Bilimci”, Bernal’in belirttiği gibi, “kabul edilmiş gerçekleri
bilinçli olarak her zaman değiştirmeye çalışır”.[17] Başka bir deyişle bilimci,
mesleği gereği hep eleştirel olmak zorundadır. Bu onun için aynı zamanda yaşam
biçimidir de. O ancak bu şekilde hangi gerçeklerin hala geçerli ve hangilerinin
artık tarihsel geçerliliğini yitirdiğini bilebilir. Bilimci bu bakımdan da
açıktır. Onun gerçeklerini ortaya koymak ve inanılır kılmak için hikâyeler
uydurmaya, destanlar dizmeye ve mitoslar yaratmaya gereksinimi yoktur. Bilimci
ahlaki kişiliği ve sosyal ilişkilerinde olduğu gibi gerçekleri araştırmak ve
ortaya koymak için başvurduğu yöntem ve araçları konusunda da açıktır.
Peki, nedir bilimcinin gerçeğin
bilgisine ulaşmak için başvurdu yöntem, araç ve gereçler? Bunları, Onur
Hamzaoğlu’nun başvurduğu bilim yöntemi bakımından şarlatan olarak tanımlanıp
tanımlanamayacağını gözden geçirmek amacıyla sergilemek gerekmektedir. Zira bir
bilimci (şarlatanın tam tersi olarak), gerçeğe uygun olduğunu düşündüğü bilginin
kaynağını ve elde edilişi için başvurulan yöntemi konusunda son derece açık
olmak zorundadır –ki gerekirse test etmek isteyen herkes, bilginin gerçeğe
uygun olup olmadığını test edebilsin.
J. D. Bernal, Science in History (Tarihte
Bilim) adlı klasik eserinde bilimin ne olduğu konusunda kaba tanımlar
yapmaktan kaçınmak koşulu ile onu kurumlaşmış toplumsal bir olgu (“social
fact”) olarak tanımlıyor. Bu kurum veya toplumsal olgu her şeyden önce birçok
farklı insanın bir araya gelmesiyle oluşmaktadır. Bernal’e göre söz konusu
insanlar arasında belli bir işi yapmak ve belli bir görevi yerine getirmek için
gerekli bir örgütlülük ilişkisi vardır. İşte bu örgütlülük, bilimin bir kurum
(toplumsal olgu) olarak kurulmasını sağlar. Bilimsel yöntem ve kullanılan
bilimsel araçlar, bütünü oluşturan teker teker olgulardan (tarih boyunca
edinilen deneyimler sonucu) kazanılmış soyutlamalardır. Bu nedenle, gerçeğin
bilgisine (şeylerin ve insanın özüne dair bilgiye) ulaşmak için başvurulan
yöntem, olmuş bitmiş bir şey değildir ve bunun tek bir mutlak yolu ve yöntemi
de yoktur. Tersine, bilimsel yöntem ve araçlar, bitmez tükenmez gelişim ve
değişime tabidir: “Bilimin yöntemi sabit bir şey değil, büyüyen bir süreçtir”
ve bilim tarihi aynı zamanda “birçok yeni yöntemin gelişim” tarihidir de.[18] Buna karşın bilimsel
yöntemin bazı ilkesel yapı taşlarına, kullandığı tekniklere ve araçlarına
işaret edebiliriz. Bunların bazıları kuramsal (“mental”) ve bazıları pratiktir
(“manuel”). Şimdi bunlara teker teker bakalım.
Bernal, anlam bakımından biri geniş
diğer dar olmak üzere iki farklı “bilimsel yöntem” kavramıyla çalışıyor. Bir
taraftan geniş kavram altında (“method of science”) bilimlerin kullanmış olduğu
bütün yöntem, araç ve gereçleri, kullandığı teknikleri ve dili, edim ve
erekleri (taktik ve strateji) topluyor. Diğer taraftan dar kavram altında
sadece “gözlem” (“observation”) ve “deney” (“experiment”) kavramlarını
tartışıyor. Burada konumuz bakımından kavramın dar anlamının temel unsurları
olan “gözlem” ve “deney” kavramlarına yakından bakmamız daha anlamlı olacaktır.
Fakat tartışmamızın sonunda bilimsel yöntem kavramının geniş anlamına ve bu
yöntemi oluşturan bütün unsurlara ilişkin de genel bir kanı kendiliğinden
oluşacaktır.
Bernal’a göre bilimlerin kullandığı
kuramsal ve pratik bütün araç ve gereçlerde olduğu gibi “gözlem”, günlük
hayattan zamanla kazanılmış yöntemsel
bir araçtır. Günlük hayatımızda da çoğu kez önce bir şeyi yaparız ve sonra olup
olmadığına bakarız. Kısacası herkes günlük hayatında şu veya bu şekilde sayısız
gözlemde bulunur. Fakat bilimler açısından sorun sadece gözlemde bulunmak değildir.
Bilimsel gözlem açısından mesele aynı zamanda neyin nasıl gözlendiğidir. Bu
bakımdan bilimsel gözlem günlük rastlantısal gözlemlerden ayrılır. Bernal tam
olarak şöyle diyor: “Şimdi, bilimci olsun olmasın, herkes gözlemde bulunur;
fakat önemli olan şey, neyin gözleneceği ve gözlenenin nasıl gözleneceğidir.”[19] Neyin nasıl gözleneceği
genellikle önceden planlanmadan ve planlanamadan işleyen günlük hayatın sorusu
değildir. Bilimci gözlemlerinde bilinçli olarak araştırdığı bir soruna yanıtlar
arar. Bu bakımdan onun gözlemleri rastlantısal değildir/olamaz. “Bilimci,
mümkün olduğu kadar kendi duygu ve düşüncelerinden bağımsız şeyleri ve
ilişkileri keşfetmek için gözler.”[20] Bu hedefli ve bilinçli
gözlemciliğiyle modern bilimler, Francis Bacon’un modern gözlem kuramını
temellendirmesinden beri, daha çok doğal ve toplumsal olguların kendisini
göstermesi üzerinden rastlantısal işleyen Eskiçağ bilimlerinden de ayrılır.
Modern bilimlerin bilimsel bilgiye
ulaşmak için vazgeçilmez yöntemsel araçlarından ikincisi olan şeyin ne olduğuna
bakabilmek için, Bernal’in “iki teknik” dediği birbirini tamamlayan
“sınıflandırma” ve “ölçme” tekniklerinin bilimde ne anlama geldiğine bakmamız
gerekiyor. Birer bilimsel araştırma tekniği
olarak sınıflandırma ve ölçme çok eskiden beri kullanılan tekniklerdir. Fakat
modern ya da Bernal’ın başka bir deyimiyle “bilinçli bilim”[21] ile sınıflandırma ve
ölçme (ki bu tartmayı da içermektedir) son derece özel bir anlam almışlardır. Bernal’e
göre sınıflandırma, yeni olgu gruplarının anlaşılması için atılması gereken
yöntemsel adımların ilk aşamasını oluşturur.
Dolayısıyla yeni olgu gruplarının olgularla herhangi bir şey yapılmazdan önce
onların özelliklerine göre bir araya konması gerekmektedir. Bu bakımdan
“[ö]lçmek, bu düzene koyuşun bir adım ileri aşamasıdır.”[22] Zira saymak (ve buna
ölçmeyi ve tartmayı da ekleyebiliriz) aslında bir “koleksiyonu bir başka
koleksiyon karşısında düzene koymaktır.”[23] Düzene koymak, yukarıda
işaret edildiği gibi, ölçmenin bir biçimi ve sonucudur ve bununla birlikte
bilimin “aktif yanı” denilen “deney” (“experiment”) boyutuyla karşı karşıya
kalırız.
Bernal’e göre bir deney, bir muhakeme ve
ölçme tekniği olarak eskiden beri bir bilimsel araştırma yönteminin bir parçasıdır.
Fakat modern bilimsel yöntemin gelişmesiyle birlikte çok daha büyük çaplı olan
deneyleri küçük çaplı ölçülerde yapma olanağı yakalanmıştır. “Bu küçük çaplı
deney modeli, modern bilimin temel özelliğidir.”[24] İncelemekte olduğumuz
konu açısından, yani Onur Hamzaoğlu’na yönelik yapılan suçlamanın ciddiye
alınır herhangi bir temelinin olup olmadığına dair incelememiz açısından burada
sergilediğimiz çok daha fazla ve çok daha zengin olan bilimsel araştırma
yönteminin bir boyutuna daha işaret etmek istiyorum. Bu, bilimin, dilimizde de
çok kullanılan fakat genellikle ne anlama geldiği üzerine pek az düşünülen
deneyin başka bir boyutuyla, pek ilişkilendirilmeyen bilim ile felsefe ve
mantığın ne kadar yakın olduğunu gösteren yanıyla ilgilidir. Bernal’e göre bu,
deneyin teorik boyutu, ölçme ile mümkün olan ve gözlemin ikinci aşamasını kendisine
konu edinmektedir. Söz konusu teorik boyut, deneyin analiz (çözümleme) ve
sentez (bütünleştirme) boyutu üzerinedir. Bernal’in işaret ettiği gibi, bu, bir
deneyde bütünü parçalarına ayırma ve parçaların yeniden bir bütüne dönüştürülmesine
ilişkindir. Bu ise ancak güçlü bir felsefe ve mantıksal arka ya da alt plan ile
yapılabilecek bir şeydir. Ne var ki burada söz konusu olan mantık, elbette
diyalektik mantıktır.
Şimdi,
J. D. Bernal’den hareketle aktardıklarımızın ışığında Onur Hamzaoğlu’nun ileri
sürmüş olduğu bilgi iddiasının geçerli olup olmadığına dair bilginin elde
ediliş sürecinde başvurduğu yöntem ve araçlar konusunda açık olup olmadığına
bakarak karar verebiliriz. Onur Hamzaoğlu Dilovasına ilişkin yapacağı
araştırmanın yöntem ve araçları konusunda son derece açık olduğunu, araştırmaya
ilişkin Kocaeli Üniversitesi’nin gerekli akademik kurumları nezdinde yapmış
olduğu başvuruda ortaya koymuştur ve söz konusu akademik kurumlar başvuruyu
bilimsel bir araştırma olarak kabul etmiştir. Zira Onur Hamzaoğlu orada yapacağı
empirik araştırma sırasında uygulayacağı yöntem, başvuracağı teknik ve
kullanacağı kaynaklar ve araçlar konusunda son derece açık davranmıştır. Bu
nedenle, yukarıda gösterildiği gibi, Hamzaoğlu, ilkesel olarak kapalı ve
karanlık olan şarlatanın tersine son derece açık davranmıştır ve araştırma
projesi için gerekli açıklamalarda bulunmuştur. O halde, Onur Hamzaoğlu, Kocaeli Üniversitesi Proje Destek Formu’nda
sergilediği gibi, araştırmanın bilimsel olabilmesi için gerekli olan gözlem,
deney, sınıflandırma ve ölçme konusunda da son derece açık ve şeffaftır,
şarlatan gibi kapalı ve karanlık değildir.
IV. Sonuç
Sonuç
olarak belirtecek olursak; Onur Hamzaoğlu (birincisi), yukarıda anılan, felsefecilerden
oluşan bağımsız komisyon üyelerinin de nedenleriyle ortaya koyduğu gibi, bilim
ettiği bakımından şarlatan olarak suçlanamaz. Onur Hamzaoğlu, kamuoyu nezdinde
yaptığı açıklamalarıyla toplumsal sorumluluk bilincine sahip bir bilimcinin
yapması gerektiğini yapmıştır. Yazının ikinci bölümünde şarlatan (şarlatanlık)
kavramının anlam bakımından değişik içermeleri açığa çıkarılmış ve bunlardan
bilim, bilimci ve bilimsellik kavramlarına dair bazı sonuçlar çıkarılmıştır.
Elde edilen bu verilerin ışığında Onur Hamzaoğlu’nun şarlatan olamayacağı
gerekçeleriyle ortaya konmuştur. Üçüncü ve son bölümde Onur Hamzaoğlu’nun 2004
yılından beri Dilovası üzerine yaptığı araştırmalarında başvurduğu yöntem,
kullandığı araç ve teknik konusunda son derece açık olduğu saptanmış ve bundan
dolayı da şarlatan olamayacağı ileri sürülmüştür. Peki, o halde, eğer, bu
araştırmanın sonucu olarak ortaya çıktığı gibi, Onur Hamzaoğlu şarlatanlıkla
suçlanamayacaksa, onu şarlatanlıkla suçlayanlar nedir, kimdir; vicdanlarında neyin
suçunu taşıyorlar, onu, hak etmediği halde şarlatanlıkla suçladıkları için, tabi
eğer vicdan denilen bir iç muhakeme mercileri var ise/kaldı ise!
[1] Bu araştırma, Onur
Hamzaoğlu’nun Dilovası üzerine yaptığı
ikinci araştırmadır. İlk araştırmasını 2004/2005 yılında kanserden ölümler üzerine
yapmıştı. Bu ilk araştırmanın
sonucunda, Dilovası’nda kanserden ölümlerin, Türkiye ve dünya ortalamasından üç kat
daha yüksek olduğu görülmüştü.
[2] Prof. Betül Çotüksöken,
Prof. Dr. İonna Kuçuradi ve Prof. Dr. Harun Tepe’den oluşan komisyonun Onur
Hamzaoğlu olayını inceledikten sonra kaleme aldığı raporun tümünü görmek için
bakınız: http://bilimakademisi.org/sites/default/files/duyuru/8.%20KO%C3%9C%20Etik%20Kurul%20Karar%C4%B1n%C4%B1n%20De%C4%9Ferlendirilmesi%20%C3%87otuks%C3%B6ken%2C%20Ku%C3%A7uradi%2C%20Tepe%2012Kas%C4%B1m2011.pdf.
[3] Türk Dil Kurumu’nun bir
yayını olan Büyük Türkçe Sözlük’ün vermiş olduğu tanımlar (buraya aktarmadığım
dördüncü tanım için de) bkz.: http://tdkterim.gov.tr/bts/
(erişim 25 Eylül 2012).
[4] Bkz.:
http://www.zeno.org/Pierer-1857/A/Charlatan
(erişim 25 Eylül 2012).
[5] A. Einstein, “Marie Curie
in Memoriam” (“Marie Curie’nin Anısına”), Essays in Humanism (Hümanizm Üzerine
Denemeler) içinde, Open Road Integrated Media, New York, 2001, burada aynı
eserin Adobe Digital Edition sürümünden alıntılanmaktadır, s. 93.
[6] Einstein, “The Goal of
Human Existence” (“İnsanın Varlığının Amacı”), age., s. 124.
[7] Einstein, “Isaac Newton”,
age., s. 86.
[8] J. D. Bernal, Science in
History (Tarihte Bilim), c. 1: The Emergence of Science (Bilimin Ortaya
Çıkışı), Penguin Books, Harmondsworth (Middlesex, England), 1969, s. 41.
[9] Aslında şarlatan bu
yönelimiyle kamuoyunu aldatmayı başarıp dikkatleri üzerine çekebilse bile
yaşayacağı tatmin duygusu onu tam olarak hiçbir şekilde tatmin etmeyecektir.
Bir gereksinim olarak tanınma duygusu ve kabul görme isteği aslında yine tatmin
olmamış olacak. En azından kendisi bunun bilincinde olan birisi olarak yaşayacak.
Bunun ise şarlatanı sürekli daha da hırslandıracağı büyük bir olasılıktır.
[10] A. Einstein, “Marie Curie
in Memoriam” (“Marie Curie’nin Anısına”), age., s. 93.
[11] Einstein, “Marie Curie in
Memoriam” (“Marie Curie’nin Anısına”), age., s. 93.
[12] K. Marx, Das Kapital, c. 3,
Marx-Engels-Werke (Marx-Engels-Eserleri), c. 25 içinde, Dietz Verlag, Berlin, 1975, s. 114.
[13] A. Einstein, “The Goal of
Human Existence”, age., s. 124.
[14] Radikal
gazetesinden Pınar Öğüç’ün Onur Hamzaoğlu ile yaptığı röportajın tamamı için bkz: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1063014&Date=12.09.2011&CategoryID=97.
[15] A. Lekka-Kowalik, “Why Science cannot be
Value-Free: Understanding the Rationality and Responsibility of Science”, Sci
Eng Ethics, no 2010 (16) içinde, s. 38. Ayrıca bkz.: A. Forssén, E. Meland, I.
Hetlevik ve R. Strand: “Bilimsel pratiğin değer yüklü olduğunu, emin olmadığını,
ucunun açık olduğunu ve karmaşık bağlamlar içinde bulunduğunu kabul etmek, bilimsel sorumluluk üzerine yeniden
düşünmeye zorlamaktadır.” (“Rethinking scientific responsibility”, Journal of Medical Ethics, no 2011 (37)
içinde, s. 299.
[16] A.
Lekka-Kowalik, “Why Science cannot be
Value-Free: Understanding the Rationality and Responsibility of
Science”, Sci Eng Ethics, no
2010 (16) içinde, s. 41.
[18] Bernal, age., c. 1, s. 35.
[19] Bernal, age., c. 1, s. 36.
[20] Bernal, age., c. 1, s. 36.
[21] Bernal, age., c. 1, s. 36.
[22] Bernal, age., c. 1, s. 36.
[23] Bernal, age., c. 1, s. 36.
[24] Bernal, age., c. 1, s. 37.